Yazıma biraz alıntı yaparak başlamak istiyorum genel ruh halimle bağdaştırmak adına.

“İnsan neden başka bir ülkede gördüğü bir kapıdan böylesine etkilenir? İnsan neden bir şehre sokaklarından tramvaylar geçtiği ve orada yaşayanlar evlerine perde asmayı sevmediği için aşık olur?
***
Egzotik sözcüğünün çağrıştırdığı bir başka kavram, yeninin ve farklının büyüsüdür.
***
Yabancı bir yeri sevmemizin nedeni, o yerin bize yeni ve farklı bir şey sunmasıdır.
***
Yabancı ülkelerdeki birtakım öğelere değer veriyor olmamız yalnızca onların yeni olmalarından değil, aynı zamanda bizim benliğimize uygun ve ülkemizin bize sunamadığı bazı özellikler taşımalarından kaynaklanır.
***
Memleketimizde neyin açlığını yaşıyorsak yurt dışında ona egzotik diyorduk.”
Alain de Botton / Seyahat Sanatı
Nelerin arayışında olduğum, kendimi ararken kendi ülkemde sürekli kaybolduğum bir yaşamın tam ortasındayım. Çokça düşündüğüm oluyor başkasının hayatını mecburiyetten yaşadığımı. Özellikle de Stockholm’le tanıştıktan sonra ruhumun nerelere ait olduğuna dair daha net bir karara varabildim sanırım.
Neyse, asıl konumuz Stockholm!

Bu seyahat çok ani gelişen bir seyahat oldu aslında. Danimarka’dan dönünce İskandinav ülkelerini mutlaka en kısa zamanda görmemiz gerektiğine karar vermiştik ama bu kadar çabuk ve hızlı olacağını tahmin etmemiştim açıkçası! Sohbet esnasında Stockholm derken kendimi bilet alırken buldum. Velhasıl aniden gidiverdik!

(Çok zengin olduğumu düşünen arkadaşlara seslenmek isterim : beyin bedava! Mesele parayı harcama şeklinde gizli. İnsanlar gece hayatı yaşarken, şehir insanı olup ev ve araba kredisine girerken ben ucuz uçak biletleri koşturuyorum. Bu konu uzar gider ancak ben yeterince özetledim sanırım.)
Stockholm’e gerek arkadaşlarımdan gerekse yazınsal kaynaklardan kapsamlı bir araştırma yapıp gitsem de ne yazık ki kaldığım süreye istediğim her şeyi sığdıramadım fakat planladığım her şeyi sığdırdım!
Stockholm, öyle çok geniş bir alana yayılmış ve yürüyerek gezilmesi imkansız bir şehir değil. Ancak kışın gidince soğuk, enerjinizi ve hızınızı engelleyebiliyor. Kışın gittiğim için kesinlikle pişman değil aksine mutluyum ancak yazın da göreceğim bu şehri muhtemelen.
İsveç notlarım çok kabarık ve dağınık. Bambaşka noktalara atış yaparak söylemek istediğim çok şey var. O nedenle uzatmadan madde madde anlatacağım zihnimdeki İskandinav izlenimlerimi.

KISA KISA STOCKHOLM
1.Çok uzak görünse de uçuş süresi yalnızca 3 saat. İstanbul’dan havalandıktan 3 saat sonra Arlanda Havaalanı’na iniş yapıyorsunuz. Yalnız Arlanda, şehir merkezine 40 km uzaklıkta olduğu için havaalanından şehre varmanız da yaklaşık 1 saat sürüyor.

2.Havaalanından şehir merkezine ulaşımın alternatif yolları mevcut. Ancak ÇOK PAHALI! İlk seçenek Flygbussarna adlı bizim Havataş’ın ultra medeni versiyonu. Kişi başı tek yön 119 SEK fakat gidiş dönüş alırsanız kişi başı 215 SEK ödeyerek birazcık da olsa tasarruf ediyorsunuz. Biz daha havaalanına ayak basar basmaz iki kişi 500 SEK banknotlardan birini şehir merkezine gitmek için verince küçük bir sarsılma yaşadık ancak siz asla pes etmeyin çünkü bu daha başlangıç! Flygbussarna, 50 dakikada gecikmesiz Cityterminalen’e varıyor ve kesintisiz wifi mevcut.
Diğer bir seçenek ise hızlı tren yani Arlanda Express. Trenle 20 dakikada şehir merkezine varılıyor ancak otobüsün neredeyse üç katı: 280 SEK.
3.İsveç’in para birimi İsveç kronu yani kısaca SEK. Güncel verilere göre 1 SEK = 45 kuruş. Dolayısıyla kabaca kronu ikiye bölerseniz kaç Türk lirasına denk geldiğini öğrenmiş oluyorsunuz. Örneğin 200 kr = 100 TL civarı. Şehir i-na-nıl-maz pahalı arkadaşlar!

4.Para konusunu açmışken, boşu boşuna gitmeden önce (benim gibi) döviz büronuzu arayıp SEK hazırlamasını istemeyin. Yani biraz yanınızda nakit bulundursanız olur tabii de her yerde her koşulda kredi kartı geçiyor. Hatta öyle ki birçok yer-buna bazı müzeler de dahil-nakit para kabul etmiyor. Çoğu yerde yalnızca kredi kartınız konuşuyor. Aman haa hesaplamadan nasılsa para elden verilmiyor hissine kapılıp şuursuzca keyif yapmayın; döndüğünüzde sizi kocaman bir sürpriz bekliyor olabilir sonra. İlla ki kron yapacaksanız gitmeden, öyle her döviz bürosunda bulunmuyor; önceden haber verip istemenizde yarar var.

5.Mobil veri durumlarına da dikkat buyurun derim. Vodafone Red, İsveç’te ne yazık ki geçmiyor. Mobil verinizi kapatın, sakın açmayın. Şehrin her yerinde şifre istemenize gerek kalmayacak kadar çok ve sık wifi bağlantısı mevcut. Bazı meydanlarda bile çat diye bağlanabiliyorsunuz.

6.Stockholm’de konaklama da maliyetli elbette ama bütçenize en uygun konaklamayı bulmanız da imkansız değil. Bir hostelde yatakhane de olabilir, bizim yaptığımız gibi bir bot hostelin minik kamarasındaki ranzada da yatabilirsiniz paylaşımlı banyo kullanarak. Ancak siz siz olun Gamla Stan’daki otellerin para tuzağından uzak durum. Södermalm bölgesi konaklama ve ulaşım için enfes. Biz, Södermalm kıyısında demir almış Red Boat‘umuzda mutlu mesut kaldık. İki gece için de 465 TL ödedik. Bir arkadaşım da Acco Hostel‘in yatakhanesinde kalmış ve çok memnun olduğunu söylemişti. Fiyatı oldukça uygun.

7.Şehiriçi ulaşımda metro kullanmak uygun olabilir ancak yürümek soğuk bile olsa en güzeli bence. Biz, kaldığımız süre boyunca hiç toplu taşıma kullanmayıp Djurgården’a bile yürüyerek vardık. Artısı ne mi? Gözümü kapasam kabataslak çizerim size şehrin krokisini müzeleri, dükkanları ve kafeleriyle.

8.Ulaşım demişken efsanevi metro istasyonlarını görmeden dönmek olmaz dedik ve ulaşım için değil sanat eseri görmek için bilet alıp Stockholm’un enfes metrosunu görmüş olduk. 75 dakikalık bir bilet 43 SEK. Metrodan çıkmadığınız müddetçe zaten sorun yok. Pazartesiden perşembeye metro gece 01:00’a dek çalışıyor. Cumadan pazara ise 24 saat boyunca açık. Gece geç vakitleri tercih edin derim gezmek için; hem tenha oluyor hem de zamanı değerlendirmek açısından doğru bir karar. Stockholm’un metrosunun adı Tunnelbana. İsveççe’de subway anlamına geliyor yani metro. Dolayısıyla her yerde M işareti değil de T işareti görmeniz bu yüzden; şaşırmayın.
Kungsträdgården metro istasyonu
9.Stockholm, tam bir müze cenneti! Müzeseverseniz eğer en az bir hafta ayırmanızda yarar var şehre. Gerçekten çok müze var ve hepsi gördüğüm en iyi, en etkileyici müzeler. Bu konuya ayrı başlık açacağım.
10.14 ada ve 57 köprüden oluşan şehirde gotik mimari ön planda. Eski şehir nam-ı diğer Gamla Stan, İskandinav ortaçağ mimarisini çok iyi yansıtıyor. 1252’de kurulan şehir çok iyi korunmuş. Pastel tonlarda bir tablo misali silüeti var güzel şehrin.

11.Şehre ayak basıp biraz gözlem yapınca IKEA gibi büyük bir tasarım kuruluşunun neden İsveçli olduğunu hemen anlıyorsunuz. Tüm şehirde çok fazla atölye ve stüdyo mevcut. Takıdan seramiğe, kıyafetten dekorasyona adım başı bir atölyeye rastlıyorsunuz. Yalnızca atölyelerin tezgahını bile görmek yetiyor; işlerine ne denli değer verip önemsediklerini anlamanız için yeterli. Ben Avrupa’daki en çok atölye ve stüdyoyu bu şehirde gördüm. Özellikle de Södermalm bölgesinde çok daha yoğun bir bohem hava hakim.
12.Mentalite çok başka. İnsanların kendileriyle uğraştığının farkına varıyorsunuz; başkalarıyla değil. Bisikletine atlayıp kütüphaneye gelip çalışan insanlar var. Genci yaşlısı hem de. O havayı solumak lazım anlamak için; kelimelerim yetersiz.

13.İsveçliler muhteşem giyiniyor! En azından benim için öyle. Çocuklar da en az ailelerinin zevkini yansıtıyor. Göze batan hiçbir şey yok. Aksine her şey estetikten hayranlık uyandırırcasına tabloyu tamamlıyor! Bir de… Çok güzel insanlar. Çirkini bile güzel yani. Sarışın insan severim zaten; İsveçliler’e bayıldım! O çocuklar neydi öyle!

14.İsveç’te doğaya saygı ön planda. Her köşede bu durumla burun burunasınız. Şehrin akıl almaz temizliği, o denli gelişmiş teknolojiye karşın manuel olarak kullanılan birçok aletle de kendini ele veriyor. Ekolojik otobüsler, müzelerde bile çevre kirliliği uyarılarından bahsetmeyeyim bile.

15.İsveç’te kahvenin öneminden haberiniz var mı? Bilgi toplayana dek hiçbir fikrim yoktu. Meğer Johan&Nyström İsveçliymiş! Bir sürü nitelikli kahveci olan şehirde kötü kahve bulmak imkansız gibi. Hatta ülkede kahve molalarının ayrı bir adı var : fika! Günde en az iki kez fika adı verilen kahve molaları veriyorlar. Johan&Nyström, günün her saati tıklım tıklım. Bir de ünü dünyaya yayılmış Drop Coffee&Roasters var; çekirdekleri çok başarılı.

16.Şehir hiç kalabalık değil. Yalnızca iki milyon nüfusu var. Turist kalabalığı da yok denecek kadar azdı. Bir Japonlar vardı bir de biz. Sakin sakin dolaştık sokaklarda huzur içinde!
17.Stockholm, deniz değil göl üzerine kurulu bir şehir. Mälaren Gölü’nün Baltık Denizi ile birleştiği kara parçalarından oluşur. Yeşil alanları sayesinde (tabii doğaya saygı ve medeniyeti de es geçmemek lazım) Avrupa’nın en temiz üçüncü şehri ünvanına sahip. Ayrıca Avrupa’nın en çevreci şehri, en yeşil başkenti ve dünyanın en yaşanılabilir 10 şehrinden biri. Daha sayayım mı?
