Abartısız bir şekilde Viyana’ya başlıca gidiş sebebim yıllarca hayalini kurduğum Gustav Klimt’e kavuşmaktı. Sanatına ve içini dolduran türlü imgelerine hayranlık duyduğum Klimt, biricik Egon Schiele ile yurttaş olunca Avusturya planı yapmak benim için kaçınılmaz olmuştu. Bu vesileyle geçen yaz, daha önce Otobüsle Orta Avrupa’yı nasıl gezdim? adlı yazımda anlattığım seyahatimin ilk ve en uzun durağı Viyana idi.

İlk adımımdan son adımıma kadar Viyana ile mesafemi hep korusam da; aristokratik duruşu, asil ve zarif gülümsemesiyle Paris’ten sonra ‘şık‘ tanımını en çok yakıştırdığım şehir oldu burası. Gerek kendinizi zaman tünelinde hissettiğiniz nefis kafeleri, gerekse altın varaklı, rölyefli binaları ve heykelleriyle topuklu ayakkabılarınızla narince salınıp eteğinizi toplayarak oturup şarabınızı yudumlarken sergi açılışlarından opera eserlerine doğru bir yolculuk yapmanız, şehrin başlıca kuralıymış gibi geliyordu.
Viyana’da ‘sanat’ yeniden şekilleniyor
Viyana, Floransa ve Paris’ten sonra sanat bakımından insanı fazlasıyla doyuran bir şehir. Şayet müzeleri gezmeyecekseniz ne denli zevk alır ya da kalış sürenizi kaç güne uzatırsınız orası biraz tartışmaya açık. Ancak sanat gözünüzü açmaksa hedefiniz; doğru yerdesiniz. Arada yapacağınız nefis park dinlenmeleri ve şık kafelerdeki kahve molalarıyla tadına doyulmaz seyahatinizin lezzetini tamamlayacaksınız demektir.
Viyana’ya varınca akla ilk gelen isimler şüphesiz Gustav Klimt ve Egon Schiele oluyor hem benim hem de sanata biraz ilgi duyan herkes için. Ancak şehri görüp nefis müzelerini ziyaret edip notlar aldıktan sonra bir cümle daha eklemişim ki o da şöyle : “Avusturya, Schiele ve Klimt ile sınırlı değilmiş kesinlikle. Nefis Alman ve Avusturyalı ressamlar tanımanın yanı sıra batıya özgü birçok sanat akımı da öğrendim bu şehirde. Teşekkürler Viyana!”
Viyana’daki sanatçı dostlar
Viyana’da sizi sarmalayacak sanat ağının başlıca dostlarından bahsedecek olursam sanırım Avusturya ve Almanya’yı bir grupta, Fransa, İspanya, Polonya gibi ülkeleri başka bir grupta özetleyeceğim öncelikle. Şemayı kafanızda şekillendirdikten sonra ise aldığım notlar ve araştırmalarım doğrultusunda aralara biraz daha detaylı bilgi serpiştireceğim.
Avusturyalı ve Alman sanatçılar : sanata yeni bir bakış
Sıra dışı heykeltıraş Franz Xaver Messerschmidt, enfes sanat büyükleri Egon Schiele ve Gustav Klimt, yabana atılmaması gereken ressam Oskar Kokoschka, çizgisini pek beğendiğim Anton Romako, Mısır serisiyle gönlümüzü fetheden Leopold Carl Müller, fotoğraf kareleriymişçesine realist eserleriyle nefis bir ışık kullanan Ferdinand Georg Waldmüller ve 1948’de New York’a taşınmasının ardından çalışmalarını sakladığı depoda çıkan yangınla birlikte 1000’den fazla eserini kaybeden ve -muhtemelen bu nedenle- pek fazla adı anılmayan Avusturyalı ressam Wilhelm Thöny (kendisi için şöyle not düşmüşüm : one of the most outstanding artists of the first half of the 20th century); Viyana’da size kucak açacak muhteşem sanatçılardan yalnızca birkaçı. Kendileriyle Leopold, Albertina ya da Belvedere gibi çeşitli müzelerde tanışabilmeniz mümkün.
Franz Xaver Messerschmidt : sıradışı, çılgın heykeltıraş
Zamanına göre değerlendirildiğinde değeri anlaşılamamış, çağının çok ilerisinde bir sanatçı olan sıra dışı heykeltıraş Messerschmidt, bolca mimik içeren büstleriyle tanınıyor. 18.yy Alman sanatının en dikkate değer sanatçılarından biri olan Franz, dayılarının da desteğini alarak Viyana Sanat Akademisi’nde öğrenim görür. Avusturya-Macaristan İmparatoru I.Francis Stephen ve eşi İmparatoriçe Maria Theresa’nın büstlerini yapmak üzere teklif almasının ardından sanat dünyasındaki prestiji artar. Geç Barok ve Rokoko tarzda eserler verir. Velhasıl iyi bir sanatçı olması, mental olarak iyi durumda olduğu anlamına gelmez elbette. Ancak bu durumu kötüye değil de iyiye kullanması güzel bir örnek teşkil ediyor. Ruhsal rahatsızlığının sanatına olan olumlu etkisi yadsınamaz bir sanatçı olarak tarihe adını yazdırır Messerschmidt. Yansımalarını da fotoğraflardaki nefis büstlerde görmek mümkün.




Fransızlar ve diğerleri : akım akım sanatın izinde
İtiraf edeyim, Albertina Müzesi benim için bir nevi hızlandırılmış sanat okulu gibiydi. Akım ve dönemlere göre sınıflandırılmış sürekli sergileri ve geniş koleksiyonuyla mutlaka bir şeyler öğrenerek çıkacağınız ve uzun uzun vakit geçirebileceğiniz bir müze burası. Kısıtlı olan vaktimin bir bölümüne burayı da eklediğim için bir kez daha memnun oldum kendi adıma.
Özellikle ağırlıklı olarak Albertina’da, Leopold’da ve Belvedere’de yer alan sanatçıları akımlarına ve eser verdikleri türlere göre sıralayacak olursam :
*Empresyonizm : İzlenimcilik. Bu akımın menşei ise Fransa. Benim için en basit tanımı doğayı iç dünyayla harmanlayarak yaratma biçimi. Anavatanı Fransa olunca gözlemleyeceğiniz sanatçılar ise Claude Monet, Edgar Degas, Pierre-August Renoir ve Paul Cézanne oluyor haliyle. Kendilerini yine Albertina’da bulabilirsiniz.
*Sürrealizm : Gerçeküstücülük. 19.yy’ın en iddialı ve en öne çıkan akımlarından biri belki de. İyi işlerle karşılaştığınızda zekasına hayran kalacağınız enfes sanatçıları olan bir akım. Biraz da fantastik öğeler ilginizi çekiyorsa değmeyin keyfinize! Alman sanatçı Max Ernst, Belçikalı René Magritte, Fransız Fernand Leger ve benim Katalan Joan Miró Albertina’da selamlaşacaklarınız arasında.
*Ekspresyonizm : Dışavurumculuk. Dış dünyayı hiçe sayıp iç dünyanızı ve duygularınızı esas alarak yarattığınız bir tür. Özellikle de Almanya’da gelişen bir akım. Norveçli ekspresyonist ressam Edvard Munch’un ‘Çığlık’ adlı eserini göremesek de Belvedere’de birkaç başka eseriyle tanışabildik. Avusturyalı sanatçı Egon Schiele ise belki de bu akımla eşleşecek ilk isim. Benimse ülkeyi rotaya alış sebebim. Eserlerinin büyük bir kısmını Leopold Müzesi’nde görebilmeniz mümkün.
*Pointilizm : Bazı kaynaklarda akım olduğu söylense de bu, bir akım değil aslında tür ya da resim tekniği diyebiliriz. Karıştırmamak adına not ediyorum. Bir diğer deyişle noktacılık denen bu tekniğin babası ise Paul Signac! Fransız ressamın noktalarla yarattığı rengarenk desenlere hayran kalmamak işten değil. Kendisiyle Albertina’da randevulaşabilirsiniz.
*Fauvizm(Fovizm) : Ön planda canlı renkler ve doğa var fauvizm de. Bazı kaynaklar Türkçe söylenişini ‘fovizm’ olarak alsa da ben ‘fauvizm’ demeyi daha çok seviyorum. Pozitif öğelerin hakim olduğu bu akımda karamsarlığa yer yok ve figürler oldukça sade. Kontrast renkler kullanılarak yaşama sevinci vurgulanıyor. Ünlü Fransız ressam Henri Matisse ise bu akıma gönül vermiş en büyük sanatçılardan. Tanışmak isterseniz Viyana’daki adresi Albertina Müzesi yine.
*Yeni nesnelcilik (New objectivity) : Viyana’da tanıştığım toplumcu sanat akımı. 1919’da Almanya’da ortaya çıkan ve 20 yıl süren bir akım. I.Dünya Savaşı’nın acımasızlığına ve bunalıma teslim olmuş, kötümser bir yaklaşımı temsil eder. Aslen dışavurumculuğa bir tepki olarak doğmuştur. (Her akım bir diğerine tepki olarak doğar; bu, bilinen bir gerçektir) Biçim olarak ise detaylar ön planda, yalın ve soğuk imgeler hakimdir. Bu form da zaten şiddetli toplumsal gerginliği ortaya koyuyor. Bu akımın en önemli temsilcilerinden biri olan Viyana Secession’ın yetiştirdiği en önemli sanatçılardan Oskar Kokoschka, Hitler’in katılıp kabul edilmediği sanat okuluna kabul edilen isimdir. Tersi olsaydı durum ne olurdu; tarih ne şekilde baştan yazılırdı bilinmez.
Viyana’da hangi müzeleri ziyaret edelim?
Viyana’da 3-4 gün kalacaksanız ve müze gezmeyi seviyorsanız listenize alacaklarınız şu şekilde :
- Belvedere Sarayı : Burası, Viyana’da en çok sevdiğim ve anlamlı bulduğum yerlerden olmuştu. Avrupa’da sarayları salt mimarisi açısından gezmek bana çok keyif vermiyor genelde. Bir süre sonra sıkılmaya başlıyorum ve aklımda hiçbir şey kalmıyor. Ancak Belvedere’de öyle bir şey söz konusu değil. Tamamı sanat galerisinden ibaret olan saray, gezmeye doyamayacağınız kadar donanımlı bir sanat merkezi gerçekten. Kalıcı koleksiyonda gidenlerin ilk hedefi sanıyorum Gustav Klimt’in ‘The Kiss’ adlı tablosu oluyor ancak Klimt’e ayrılmış salon başlı başına büyüleyici bir galeri. Klimt, sarayın yıldızı olsa da Egon Schiele, Edvard Munch, August Renoir gibi isimler de size eşlik ediyor.
Giriş ücretleri : Upper ve Lower Belvedere olmak üzere iki bölüme ayrılan müzenin biletleri de ona göre satılıyor. İsterseniz iki bölümü de kişi başı 20 euro ödeyerek ya da aralarında ‘The Kiss’in de bulunduğu Upper bölümü 15 euroya, genelde süreli sergilerin olduğu Lower Belvedere bölümünü 13 euroya gezebiliyorsunuz.
- Albertina Müzesi : Avrupa’da gezip en çok beğendiğim müzelerden oldu Albertina ve aynı zamanda bana en çok öğretenlerden. Özellikle daha önce de bahsettiğim gibi sabit koleksiyonunu akımlarına göre salonlandırmasıyla birlikte hem geçişleri hem de aktardığı özet bilgilerle nefis aydınlanmanızı sağlayan, yerleşimi oldukça başarılı bir müze. Benim için Viyana’nın olmazsa olmazlarından.
Giriş ücretleri : Yetişkinler için 12.90 euro. Paranızı sonuna kadar hak eden bir müze; içinizi rahatlatacaksa eğer 🙂
- Leopold Müzesi : Egon Schiele için gittiğim, Gustav Klimt’in klasik eserleriyle mest olup şaşkınlığımı gizleyemediğim, bonus olarak bir de Avusturyalı çağdaş heykeltıraş Joannis Avramidis’le tanışmama vesile olan bir sanat yuvası oldu burası benim için. Süreli bir sergiyle müzeye konuk olan Avramidis’i boş bir zamanınızda incelemenizi tavsiye ederim. Bu arada Leopold Müzesi, Viyana’da Museum Quartier denilen ‘müzeler bölgesi’nde yer alan müzelerden yalnızca bir tanesi. Dilerseniz kombine bilet alıp bölgedeki diğer müzeleri de görebiliyorsunuz ancak benim vaktim ve isteğim doğrultusunda hedefim yalnızca Leopold oldu.
Giriş ücretleri : Yalnızca Leopold Müzesi’ni gezecekseniz eğer kişi başı ücret 13 euro ancak Museum Quartier için kombine bilet alacaksanız ziyaret edilecek yerlere göre ücret değişiyor. Ayrıntılı bilgi için buraya tıklayın.
Viyana’da gezilecek yerler için buraya tıklayın!