İspanyolca öğretmeni olmamdan kaynaklı bir İspanya özlemim her daim var, kabul etmem gerek ancak Salamanca’nın yeri de Barcelona’nın yanı başında. Geçirdiğim her gün ayrı keyifli, gidişim bir o kadar maceralı ancak anılarım da bir o kadar unutulmazdı. Gitmeden önce yabancı kaynaklardan ve İspanyolca-İngilizce bloglardan araştırdığım şehir hakkında ciddi anlamda kaynak sıkıntısı çektiğim için, vardığımda ilk iş bir şehir rehberi alıp her adımımı not etmiştim ki güzel bir yazı yazabileyim dönünce. İyi ki de öyle yapmışım, şimdi keyifle başladım yazıma. Özlem dolu bir tebessümle hatırlıyorum Salamanca’yı; umarım sizde de aynı hisleri uyandırabilirim.

Salamanca! Belki de gördüğüm en keyifli şehirdir burası! Hem küçük hem büyük, hem sakin hem hareketli, hem sıcak hem soğuk, hem eski hem yeni…Bu şehre gelişimiz tam bir yol serüveniydi ancak yine de her şeye değermiş, bunu anladık. Çalıştığım okuldan gezgin bir hocanın sözleri çınlar hep kulaklarımda : ‘Ne denli olumsuzluk yaşarsan yaşa yaptıktan sonra pişmanlık duymadığın tek şey yaptığın seyahatlerdir şüphesiz’. Gerçekten de öyle. Yaşarken bunalsan da, yorulsan da, bilinmezliğin içinde kaybolduğun olsa da zihin defterinde yalnızca güzel anılarla hatırlıyorsun hepsini ve her daim ‘İyi ki yapmışım’ diye bahsediyorsun. Yine olsun yine yaparım:)

Salamanca’ya esas geliş nedenim eğitimdi, seyahat değildi açıkçası. Ancak öncesinde İtalya turumuz olduğu ve İspanya’da vakit geçirmek istediğim için gidiş biletimizi Roma’ya, dönüşü de Barcelona’dan İstanbul’a alıp aralardaki geçişleri tren ve uçakla yapalım dedik.Böylece benim eğitim planım da arada bir yerlerde sıkışıvermiş oldu. Salamanca’da havaalanı olmadığı için ilk planımız İtalya’daki son durağımız olan Venedik’ten Madrid’e geçip oradan da otobüsle Salamanca’ya varmaktı. Ancak uzun araştırmalarım sonucu Venedik – Madrid arası makul bir saatte ve fiyatta uçak bulamadığım için neredeyse her saat başı 30-40 euroya bilet olan Barcelona’dan yana kullandım tercihimi.Venedik’ten Barcelona’ya geçecek, oradan da trenle direkt Salamanca’ya gidecektik. Evet gidecektik eğer Renfe’nin azizliğine uğramasaydık! Tabii benim de suçum yok değil, yaz ortası bilet bulamama ihtimalimizi hesaba katmadım ve hayatımın seyahat dersini de aldım.
Öyleki Venedik’te pazar sabahı erkenden uçağa binip iki saatte Barcelona’ya vardık.Havaalanından çantalarımızı alıp direkt olarak Estacio Sants’a geçtik. Mutlu mesut metrelerce uzayan bilet kuyruğuna girip yaklaşık 45 dakika sıra bekledik ve bilet bulamadık! Bulamadık derken dişimize göre demek istiyorum elbette. Çünkü yalnızca birinci sınıf bilet kategorisinde kontenjan mevcuttu ve onlar da en düşük 110 eurodan başlıyordu! Ertesi gün derslerim başladığı için akşama kadar mutlaka Salamanca’da olmam gerekiyordu, kalabalıktı, çantalarımız ağırdı, her türlü ihtiyacımız mevcuttu ve hala ne yapacağımızı bilmez halde çantalarımızı destek yapıp yere oturduk.Öylece kalakaldık bir süre. Yolculuk devam edemeyince La Rambla’daki Starbucks’ta buluşmak üzere Armağan’la randevulaştık. Binbir zahmet eşliğinde çantalarımızla oraya sürüklenip buluşmayı başardık. Hem birbirimizi Barcelona’da ilk kez görmenin heyecanı hem de bizim büyük sıkıntılarımız nedeniyle kayda değer ve unutulmaz bir buluşma anı yaşadık:) İnternet ihtiyacımızı Starbucks’ta giderip iced lattelerle serinledikten sonra karnımızın sesi bizi Plaça Reial’e götürdü. Sinirlerimize iyi gelsin diye birer jarra ve ortaya patatas bravas söyledik. Birbirimize bakıp birlikte olmanın keyfini yaşamaya karar verdik. O arada ne yapsak diye beyin fırtınasına da devam ediyorduk. Öncelikle otobüsle Madrid’e, oradan da yine başka otobüsle Salamanca’ya geçelim dedik. Sonra bir de uçak biletlerine bakıp öyle karar verelim dedik ve iyi ki de öyle yapmışız. Sevgili Vueling her zamanki gibi güzel fiyatlarıyla bizi ihya etti(!) Demek isterdim ancak öyle olmadı…Kişi başı 100 euro ödeyerek akşam 20:00 uçağı için Madrid’e bilet aldık.Biraz Barcelona keyfi yapıp akşam kendimizi Madrid’de bulduk. Barajas Havaalanından metroyla Estación Sur de Autobuses’e geçip son Salamanca otobüsüne bilet aldık. Biletleri hala aklımda, fiş şeklinde Avanzabus 🙂 Gece 23:00’da yola çıkarak gece 01:30’da Salamanca’ya giriş yaptık; üstelik de muazzam katedral eşliğinde! Evet artık Salamanca’daydık….

Gece saat 01:40.Salamanca’dayız.Otobüs terminali dahil tüm şehir derin uykuda.Su alabileceğimiz bir yer bile bulamıyoruz. Gmaps’e bakıp Plaza Mayor‘a ne kadar uzakta olduğumuzu anlamaya çalışıyoruz ama sonuç başarısız.Bu saatte tek çözümün taksi olduğunda hemfikiriz. Hemen İstasyondan bir taksi bulup bizi Plaza Mayor’a götürmesini istiyoruz. Ücret makul; yaklaşık 10 euro tutuyor. Plaza Mayor’da inmekle çözüme ulaşamıyoruz çünkü elimde civar otel ve hostellerin bir dolu listesi var. Şehir haritamız yok, her yer kapalı, yalnızca birkaç alkollü genç var sokaklarda. Plaza Mayor’daki kafeler açıktır ümidiyle ilerliyoruz ve bir tanesinin masaları toparladığını görünce can havliyle listedeki birkaç otelin yerini soruyoruz. En üst sıradaki otel hemen karşıda deyince garson, mutlulukla ilerliyoruz. Evet, Plaza Mayor binalarının içinde çok güzel bir otele yerleşiyoruz: Petit Palace Las Torres. Gecesi 55 euro ancak Salamanca’nın en lüks oteli sanırım. Öyle güzel ve temiz, pencereden bakıyorsunuz Plaza Mayor…Pek keyifliyiz bunca zahmetin üzerine…Bir an önce uyumalıyım artık, ertesi gün 9:00’da dersim başlayacak diyorum…
Salamanca maceramız başlıyor yeni günle, çok heyecanlı ve bir o kadar da mutluyuz artık. Özgür netten daha ucuz otel var mıdır diye araştırdığı ve güzel bir tane bulduğu için çantalarımızı otelde bırakıp çıkış yapıyoruz ve gecesi 30 euro olan hosteli görmeye gidiyoruz.Burası harika! 30 euro olmasının nedenini sorguluyoruz ama edindiğim notlardan biliyorum ki Salamanca tam bir öğrenci şehri ve gerçekten her şey ama her şey çok ucuz. Hemen dört gece için anlaşıp çantalarımızı lüks otelimizden alıyoruz.Yeni evimize çok ucuza yerleşmiş olmanın verdiği keyifle şehir turundan önce birer bira içip kutlayalım diyoruz. Hostelin altında, sonraki günlerde de vazgeçilmez durağımız olacak olan Ruta de la Plata adlı bara oturup biramızı söylüyoruz. Bir büyük bira 1.5 euro deyince birer tane daha içip öyle kalkalım diyoruz.

Her şey yolunda olduğuna göre Salamanca’yı keşfedebiliriz artık! Ben sabahları derste olacağımdan gezme işimiz öğleden sonra olacak diyerek ona göre plan program yapıyoruz. Oradan edindiğimiz kitaptan güzel bir liste çıkarıyoruz:
* Plaza Mayor
* Catedral Vieja
* Catedral Nueva
* Patio de las Escuelas(Universidad de Salamanca)
* Casa de las Conchas
* Iglesia de San Marcos
* Museo de Salamanca
* Museo Casa Lis
Salamanca nasıl bir yer derseniz şöyle bir tanımlama yapabilirim size: Sarı bir çember içinde kendi tarihini yaşatan bir şehir düşünün, dışı modern gelişime ayak uydurmuş ve büyümüş; içi ise hala eski çağlarda takılıp kalmış…Öylesine güzel, sapsarı altın bir şehir!
Gelelim yeni yaşam alanımıza…Şehrin göbeğinde, Calle Melendez’de, Casa de las Conchas ve Plaza Mayor’un arasında yaşıyoruz burada.Odamız biraz karanlık ve banyosu çok minik ancak onun dışında her şey mükemmel.Size bir anahtar veriyorlar, ayrılana kadar muhafaza ediyorsunuz çünkü geceleri resepsiyonda kimse olmuyor ve apartmanda kalırmışçasına hem otelin kapısını hem de kendi kapınızı kendiniz açıyorsunuz.Burası harika bir hostel : Hostal Escala Luna.
Aynı sokaktaki Erasmus Café de çok keyifli; özellikle içeri girip masalarını mutlaka inceleyin ve bu dediğimi hatırlayın derim:) Bu kafede dünyanın her yerinden bira mevcut ancak patatas bravas istemeyin çünkü ketçaplı patates geliyor. Buranın tam karşısındaki Salamanca Coffee ise Starbucks’a gönderme olarak yapılmış; bizim kendi Starbucks’ımız var dercesine.
Melendez’in bir alt sokağında bir geceliğine bile olsa La Sureña‘ya gidilmeli; biz iki gecemizi burada geçiriyoruz.Buraya gelince cinco botellines ve patatas bravas söyleyeceksiniz.Beş tane 20’lik biranın geldiği buz dolu kova da patatas bravasın bir porsiyonu da 3 euro sadece.Ama en iyi patatas bravas için Bar La Nueva Generación‘un yolunu tutmak şart.
Plaza Mayor’da bir kere kahvenizi içip hevesinizi alın ama sürekli gitmeyin derim.Şehrin geneline göre çok pahalı çünkü. Çok istiyorsanız alın içeceğinizi Plaza Mayor’un yerlerinde oturun, geceleri böylesi çok daha keyifli.Üstelik neredeyse her gece yerel mini konserler oluyor bir grup tarafından.
Tüm şehri yürüyerek rahatlıkla gezebilmeniz mümkün.Zaten metro sistemi mevcut değil.Yalnızca otobüsler var.Onları da o bahsettiğim tarih çemberinin dışı için kullanıyorsunuz ancak.
Ayrıca şehirde her şey ucuz demiştim, gerçekten öyle; marketler de ciddi anlamda ucuz.

Burada en çok dikkatinizi çekecek şeylerden biri kurbağa figürü.Çünkü kendisinin bir efsanesi var.Efsaneye göre Salamanca Üniversitesi’nin işlemeli, rölyefli kapısındaki kurbağa figürünü yardımsız gören öğrenci, sınavlarında çok başarılı olup kolayca bu okuldan mezun olabiliyormuş.Yani anlayacağınız kurbağanın sihrine inanılıyor hala ve bu gerekçeyle neredeyse tüm hediyelik eşyalarda bu figür var.Kalemlerden biblolara, magnetlerden defterlere ve çerçevelere her şeyde bu kurbağa var.Ayrıca minik kurbağacıklar da satılıyor 50 cent’e.Bunları da uğur getirsin diye cüzdanınıza veya çantanıza koyup yanınızda taşıyabiliyorsunuz.İnanmasanız da anı oluyor, ben alıyorum hemen birkaç tane:)

Bir de yeni katedralin ön kapısındaki astronot figürünü bulun derim gitmişken.Bunun hikayesi çok daha ilginç ve komik.Ayrıca yeni katedral dediklerine bakmayın, eskisine göre daha yeni olduğu için böyle deniyor.Yoksa 1513-1733 yılları arasında inşa edilmiş bir yapı.Bu katedralin kapısının kenarında da diğerlerinden farklı olarak bir astronot figürü bulunuyor.Yerliler bunun büyük bir gizem olduğunu söylüyor ve kesin olarak çözemiyorlarmış.Ama aslen hikaye restorasyondan ibaret.1992 yılında restorasyon yapılan katedralin kapısına bu astronot, restorasyonun yapıldığı dönemi temsil etsin diye sonradan eklenmiş.Meğer bu bir adetmiş.
Salamanca, İspanyolca dilinin anası denebilir ayrıca.Çünkü bu şehir ‘castellano’ dediğimiz esas İspanyolca dediğimiz dilin konuşulduğu Castilla y León bölgesinin başkenti.İspanya’da İspanyolca dışında farklı resmi diller de resmi olarak konuşulduğu için burası bizim İstanbul Türkçesi misali esas alınıyor.Dolayısıyla da dünyaya İspanyolca öğreten şehir olarak geçiyor literatüre.Şehrin 1134’te kurulan ve dünyanın en eski ve tarihi üniversitelerinden olan Universidad de Salamanca gerçekten çok kaliteli ve burada verilen eğitim normalde rastlayacağınız eğitimlerden farklı.Hocaların kalitesi, eğitimin içeriği mutlaka açık ara önde geliyor diğerlerine göre.Ancak yine de çok fazla dil kursu da mevcut.Bense pedagoji üzerine bir eğitim için buradayım ama dil için olması beni çok daha fazla mutlu edermiş onu anlıyorum.
Bu anlattığım sebeplerden ötürü burada çok güzel İspanyolca konuşuluyor.Özellikle kulak kesiliyorum hep kurulan cümlelere; dikkat ediyorum ki notlarıma ekleyeyim.Örneğin ilk giriş yaptığımız otelin resepsiyonundaki kıza ‘tercer piso’ diyorum ve o da beni ‘Sí, en la tercera planta’ diye düzeltiyor.

Buradaki insanlar çok da yardımsever ve sıcakkanlılar ayrıca.Otobüs şoförüne durak soruyorsunuz size uzun uzun izah edene kadar otobüsü bekletiyor.
Alışverişi soracak olursanız Plaza Mayor’a açılan Toro, Zamora ve Mayor Caddeleri en meşhur alışveriş caddeleri. Benim çok sevdiğim Ale-Hop da buralarda hatta 🙂 Bu caddelerde ağır aksak gezmek pek keyifli.
Bir de meşhur Van Dyck Sokağı var.Biraz şehrin o çemberinin dışında kalıyor.Biz yürüyerek gitmeyi tercih ediyoruz yine de.Ancak bize hitap etmiyor; gece hayatının yoğun olduğu bir bölge çünkü.Şehir merkezi çok daha sıcak ve sempatik bize göre.

Binalarını sürekli karıştırdığım ve sokaklarında kah kaybolarak kah bambaşka yerlerden çıkarak gezdiğim bu kumdan kaleyi andıran şehir beni kendisine bağlamayı başardı.
Biraz dağınık bir biçimde anlattığım gezi notlarımı size maddeler ve alt başlıklar halinde özetleyerek yazımı sonlandırıyorum.Umarım bir gün yolunuz bu masalsı şehre düşer ve tadını çıkararak gezersiniz.Özellikle İspanyolca biliyor veya öğreniyorsanız mutlaka gideceğiniz ilk yerlerden biri olsun!

Kısa kısa Salamanca
* Salamanca’da gerçekten siesta var, dükkanlar kapanıyor dikkat!
* Mağazalar sabahın çok erken saatlerinde değil de 10:00’dan sonra açılıyor genelde.
* Şehrin en canlı saatleri 17:00 ila gece 1:00 arası.
* Genelde internet ücretsiz olarak her kafede mevcut.
* Otobüs terminaline giden otobüsler 4 numara, tren istasyonuna gidenler ise 1 numara.Ücreti de 1,05 euro.
* Plaza Anaya‘da çok güzel bir kitapçı var; biraz düzensiz ve küçük ancak ben İspanya’daki en çok método kitabını bu kitapçıda gördüm.Hemen her yayınevinin her yaş grubuna hitap eden İspanyolca öğretim kitapları vardı.
* Son günlerimizde keşfettiğimiz Bar Mario‘da tapas ve sandviçler çok ucuzdu.Üstelik porsiyonlar da oldukça büyüktü.Büyük bira 1.60 euro, devasa patatas fritas 2.5 euro, mini tavuklu sandviçler de 1.20 euro idi.
* Tarihi bar Baviera 1964 ise şehre göre biraz pahalı ama bir kere gidilmeli.
* La Perla Negra‘da tapas ya da yiyeceğe dair hiçbir şey yok, sadece içmek için gidilebilir aklınızda olsun.
* Avanzabus otobüsleriyle Madrid – Salamanca arası ulaşım 20,45 euro ve yol tam 2.5 saat sürüyor.Otobüsler de oldukça konforlu.
* Plaza Mayor civarındaki Calle Mélendez, Rua Mayor, La Campañia, Calle Toro ve Plaza Anaya atlanmadan gezilmesi gereken yerler.
* En güzel ve civar marketler El Árbol ve Día elbette:) Üstelik bahsettiğim gibi çok da ucuzlar.Özellikle El Árbol’den her alışverişimde bi minik hediyeyle çıktım diyebilirim 🙂
* Kıyaslamak istemem ancak daha iyi anlatmak adına bizim TCDD’nin İspanyol versiyonu olan Renfe‘de yazın yer sıkıntısı yaşandığı için bilet almayı düşünüyorsanız mutlaka önceden halledin yoksa sıkıntı yaşama şansınız çok yüksek.Ayrıca Salamanca – Madrid arası tren seferleri çok seyrek olduğu için otobüs yine de çok daha fazla tercih ediliyor.
* Plaza Anaya‘dan doldukça kalkan ve şehir turu yapan beyaz minik bir tren var, bence buna binip mutlaka gezin derim.Biraz sarsıcı ama oldukça keyifli geçiyor.Ücreti 4,5 euro.
* Anı olarak mutlaka kurbağalı bir figür ve esprili tişört edinin.Özellikle Salamanca’da gördüğüm tişörtler çok başarılıydı.
* Calle Mélendez‘de çok güzel deri dükkanları var ve hepsi el yapımı.Fiyatları da makul.Mutlaka uğramakta ve hatta bir hatıra edinmekte fayda var.
* Puente Romano‘dan geçerek katedral bir de diğer yandan mutlaka görülmeli.
* Bizim kaldığımız Hostal Escala Luna‘da dilerseniz çamaşırlarınız 6 euro karşılığında yıkanıyor ve kişi başı 3 euro vererek hostelde kahvaltı mönüsünden de yararlanabiliyorsunuz.Kahvaltı mönüsü dediğim ise kahve,kruvasan ve meyve suyundan ibaret.
* Calle Libreros‘ta bulunan Chocolatería Valor‘a gidip churros con chocolate de yiyebilirsiniz.
* Bahsettiğim Patio de las Escuelas da yine bu Calle Libreros üzerinde ulaşabileceğiniz bir yerde.Burası Plaza Mayor’a yürüyüş mesafesinde.

BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ?
– Salamanca Üniversitesi bizelere önemli İspanyol düşünür ve yazar Miguel de Unamuno’yu da hatırlatır.Çağdaş İspanyol Edebiyatı okuyanlar bilirler önemini ancak Salamanca için yeri apayrı.Çünkü bir dönem kendisi Universidad de Salamanca’da rektörlük yapıp Franco aleyhine bir yazı yazdığı için cezalandırılarak ev hapsine mahkum ediliyor.Bu durumun üzerinden iki ay geçtiğinde ise hayata veda ediyor.Kendisinin güzel hikayesi için : Miguel de Unamuno
– Salamanca, 2002 yılında Brugges ile birlikte Avrupa’nın kültür başkenti seçilmiştir.
– İspanya’da genel olarak hakimiyetini koruyan Akdeniz ikliminin yanı sıra Salamanca’da kışlar soğuk, yazlar da sımsıcak geçer.
– Tarihi Universidad de Salamanca 1134 yılında kral Alfonso IX tarafından kurulmuş.
