>
Yaşadığınız şehri ne kadar tanıyorsunuz hiç düşündünüz mü? Bir gün hiç kendi kendinize dediniz mi acaba bu kentin sokakları ne kokuyor,hangi izleri taşıyor diye?
Ben uzun zamandır İstanbul’un izini sürmekteyim.Gerek müzeleri,çarşıları,meydanları;gerekse tarihi dokusunu birinci eldenmişçesine yansıtan çeşitli boğaziçi semtleriyle doğup büyüdüğüm ve şimdi de yaşadığım şehri her geçen gün biraz daha yakından tanıma çabasındayım.Ve duyduğum hiçbir olumsuz eleştiri,kirli yorum ve bilgisizce ahkam kesmeler beni zerre kadar ilgilendirmiyor! Çünkü hiçbir İstanbul yaşayanı,nasıl bir şansa sahip olduğunun farkında değil.Farkındalık bir yana dursun;İstanbul hakkında tek bildikleri trafik,kirli hava ve yırtıcı insanlar…Hal böyle olunca da insanlar bir girdapta kaybolmuşçasına savrulup gidiyor en derinlere.Giderken de hiçbir şey görmüyorlar,belki istedikleri için belki de çaresiz kaldıklarından…Ama eminim ki,tüm olumsuzluklara rağmen en yaşanası şehirlerin başında geliyor İstanbul.Ne Ankara ne İzmir ne de Bursa hiçbir zaman İstanbul olamayacak ve İstanbul’da ‘yaşam’ı tatmayanlar daima kıskançlıkla uzaktan bakacak bu güzel kıza.Herkes bilir;kedi erişemediği ciğere mundar der(miş)…
Bunlar bir yana,biz İstanbul’un güzelliklerinden bahsetmeye devam edelim.İstanbul öyle bir şehir ki,mazlum görünümüyle bile sizi büyüler ve kendi içinde masallar diyarına sürükler;anlamazsınız…Dertlidir her daim ama Bebek’ten bir baktırır kendisine ve sebepsiz mutluluklar doğurur benliğinizde.Bu şehirde hiç sıkılmazsınız.Gece gündüz demeden,aylar da geçse yıllar da tükense tüketemezsiniz İstanbul’u.(Bkz.Ömür Biter İstanbul Bitmez programı)Hiçbir şehir için bu denli çok şiir,şarkı,roman yazılmamıştır belki de.Ya da hiçbir şehrin içinden deniz geçmemiştir dünyanın hiçbir yerinde.İşte bu yüzden iki yakası bir türlü bir araya gelmez bu şehrin;her an bir koşuşturma ve hengame içinde capcanlı ve bitmek tükenmek bilmeyen bir enerjiyle durakları es geçen otobüs gibidir.Anı anına,günü gününe,olayı olayına uymaz.Uzaktan seyredenler bile ayrı bir keyif alır;yakınlaşanlar ise müptelası olur.İstanbul’u yaşadıkça aşkınız daha da alevlenir,yangınından duramazsınız.Tutku dolu bir tango dansı gibidir bu şehir;sert figürleriyle ordan oraya vurur sizi ve asaletini de denizinin renginden alır.Atardamarlarından durmadan sayısız gemi geçer;kimi yük taşır kimi insan…Her bir metrekaresi tarih kokar ve size görmek istediğiniz yüzünü gösterir İstanbul…İşte en önemlisi budur;kiminin zihninde pahalılık,trafik canlanırken kiminin gözleri Galata’dan Çengelköy’e bir tabloyla boyanır.
Mutsuz olduğunuzda,ortada hiçbir sebep yokken çıkın boğaz turu yapın.Arkadaş da aramayın yanınıza çünkü size en iyi arkadaş İstanbul’un ta kendisidir zaten.Canınız kahve mi çekti;gidin Cihangir’de yudumlayın sevdiceğinizi.Haliç kıyılarında seyre dalmak mı istiyorsunuz;çıkın Pierre Loti’ye ve bakın doya doya…Olmadı Galata Kulesi’ne varın sessizce…
Bazen de İstanbul’u dinleyin gözleriniz kapalı,tıpkı Orhan Veli’nin dediği gibi çünkü bu şehir gözleriniz kapalıyken bile kalp atışlarını en derinden hissettirir size.
(Kapalıçarşı’dan başlayın alışverişe,Sultanahmet’te Osmanlı dönemine geri dönün…Oradan Eminönü Meydanı’nda güvercinlere yem verin;Galata Köprüsü’nde mola verip biranızı yudumlayın,devam edin ve Tophane’de bir nargile için,İstanbul Modern Sanat Müzesi’ni gezerek ufkunuzu genişletin,Beşiktaş’tan Ortaköy’e ilerleyin ve bir çay molası verin,boğaz havasına doymadıysanız Ortaköy’den Emirgan’a doğru yürüyün sahilden(biraz uzak ama değer,Rumeli Hisarı’na çıkın mutlaka;bir de tepeden bakın boğaza,oradan geçin karşıya Kanlıca’da yoğurt yiyin,Çengelköy Çınaraltı Çay Bahçesi’ne mutlaka uğrayın ve devamında Beylerbeyi Sarayını ziyaret edin,Kuzguncuk’a varın ve tüm dertlerinizi unutun,Üsküdar’da Mihrimah Sultan Camii’ne bakarak hikayesini hatırlayın,biraz daha yürüyün sahilden ve Kızkulesi’ne şöyle dünya gözüyle bir kez bakın,Kadıköy’e ulaşınca Süreyya Operası’nda bir etkinliğe dahil olun,Moda sahiline inin ve dondurma yiyin,Fenerbahçe’ye gidip limanın dinginliğinde kaybolun,Bağdat Caddesi’ne gidip alışveriş yapın ya da amaçsızca dolaşın,sonra tekrar Avrupa yakasına dönüp Taksim’e geçin;İstiklal’i boydan boya yürüyüp arkadaşlarınızla oyunlar oynayın,Tünel’de kızarmış patates yiyip ucuz pasajlardan alışveriş yapın,oralar kesmediyse dönün Nişantaşı’na gidin ve şehrin kozmopolitliğine hayret edin,yok ille de tarih,kültür diyorsanız gidin Kariye Müzesi’ndeki fresklere bırakın kendinizi,ordan Mihrimah Sultan Camii’nin diğerine adım atın ve dönüşte mutlaka Fatih Camii’ndeki Fatih Sultan Mehmet türbesini görün,yetmezse;Süleymaniye’ye ilerleyin,Tahtakale’de Mahmutpaşa’da ucuza alışveriş yapın,yine yetmez diyorsanız tekrar Anadolu’nun bağrına bırakın kendinizi;Polonezköy’e gidin,Beykoz sokaklarından sahile inin,Anadolu Kavağı’na gidip balık ekmek yiyin,yalıları seyredin uzaktan,sonra yeniden karşıya dönüp Garipçe Köyü’nde fotoğraf çekin,Tarabya sahilinde tatlı yiyin,Emirgan’daki Sabancı Müzesi’ni gezin,ya da Adalar’a uzatın elinizi…Belki unuttuğum birçok yer vardır;bunlar ilk aklıma gelenlerdi…Hayatınızda bir kez de olsa İstanbul’u gerçekten doyasıya gezin)
>amacımız bi bölümünü gerçekleştirmek şansımız rehberimiz sağlam:))