Granada’yı anlatmanın ne denli zor olacağını daha şehirden ayrılmadan anlamıştım aslında. Zihnimden geçen düşüncelere attığım adımlar yetişemiyordu. Dünya başkentleri kadar ziyaret alan ve bilinen bir destinasyon olmaması, ikinci ülkem dediğim İspanya’nın bir şehri olması da ayrıca bir sorumluluk yükledi bana ister istemez. Aslına bakarsanız güney İspanya’yı görmek çok büyük hayallerimden biri değildi. Bundan beş yıl önce Sevilla’ya gidip beğenmiş ama öyle ölüp bitmemiştim. Okuduğum birçok kaynakta da Endülüs deyince her daim Sevilla’dan bahsetmesi, Sevilla’nın her anlamda ön plana çıkarılması bende ‘Sevilla en güzel Endülüs şehriyse diğerlerine de aşık olmam herhalde’ düşüncesini yarattı haliyle. Tabii Granada’ya ayak bastığımdan beri bu düşünceden eser yok. Şehir beni öyle bir büyüledi ki sanıyorum bir sonraki İspanya seyahatim yine Granada’ya olacak. Ancak bu kez turist modunda koşturarak değil de üç beş gün tadını çıkarıp her anını yaşayarak doymaya çalışacağım.
Bu, başlarken bile heyecanlandığım, yanlış bir bilgi vermemek için uzun uzun araştırdığım ve çokça kaynak okuyup yerellerle ettiğim sohbetlerden de aldığım notlarla hazırladığım derlememi Granada’da katedralin karşısında bulunan aktardan aldığım karışık bitki çayı ve Palo Santo kokusu eşliğinde yazıyorum. Hemen başlamadan belirteyim; fonda da Pink Martini’nin ‘Andalucía’sı çalıyor. Bence şuraya tıklayarak siz de yazıyı bu şarkı eşliğinde okuyup fotoğrafları da öyle izleyin derim 😉
“Granada” ismi nereden geliyor?
Granada, İspanyolca’da ‘nar’ demek. Şehrin Arapça adı Medina-Elvira iken zamanla Elvira yerine Medina-Garnata denmiş. Medina ise Arapça’da ‘town’ yani ‘kasaba’ anlamına geliyor. Ön ek gibi kullanıldığı için ismin başına eklenip zamanla Garnata olarak kalmış ve sonunda İspanyolca adını yani Granada’yı almış. Haliyle de şehrin simgesi nar meyvesi; su borularının üzerinde kabartma, seramiklerin üzerinde desen, haritaların üzerinde kapak olarak nar figürü görmeniz çok yüksek ihtimaller arasında.
I-II.yy’da ise Romalılar’ın egemenliğinde olan topraklara Ilíberis denmiş. Anlamı ise çiçekli-meyveli şehir imiş.
Granada şehrinin Endülüs ve dünya için önemi nedir?
Kronolojik olarak bakacak olursak;
MS I-II.yy’da Romalılar’ın yönetiminde olan İber Yarımadası, Kuzey Afrika kralı Tarık’ın Tarifa kıyılarına ayak basmasıyla birlikte 711 senesinden itibaren Müslüman denetimine girer. 1010 senesinde ise Elvira ismiyle günümüzdeki Granada şehri kurulur. (Elvira ismi de Romalılar’dan yadigar Ilíberis isminin zaman içerisinde dönüşmesinden türemiş. Şehrin en hareketli yaya caddesine de hala adını vermekte : Calle de Elvira)
Endülüsler’in son hanedanlığı olan ve Alhambra’daki en çok ziyaret edilen saraylara adını veren Nazarí Hanedanlığı ise 1238 senesinde Muhammad Ibn Yusuf Ibn Nasr tarafından kurulur. Alhambra’daki en güzel ve büyüleyici sarayları cennetten bir köşe düşünerek inşa eder Nazaríler.

Ancak 1492 senesinde Katolik krallar Isabel ve Fernando’nun yeniden fetih politikasıyla Granada şehrini fethetmesiyle katoliklere en son teslim olan Endülüs şehri olur. Şehri son Nazarí kralı Boabdil, Isabel ve Fernando’ya teslim eder. Bu tarihten itibaren ise katolik İspanyollar’ın denetiminde olan şehir günümüzde İspanya’nın en çok ziyaret edilen yapısı olarak Sierra Nevada’nın eteklerinde ihtişamla boy gösteriyor.
Mini İspanyolca Endülüs sözlüğü
Bence bu yazının olmazsa olmaz bölümü kesinlikle bu sözlük! Hem gidince şehirde yazılı veya sözlü olarak karşınıza çıkabilecek birtakım terimsel ifadeler mevcut. Özellikle Endülüs tarihi ve mimarisinde kullanılan bu İspanyolca sözcüklere şöyle kısa bir göz atmakta yarar var.
reconquista : yeniden fetih (aynı zamanda İspanya’daki hristiyanların İber Yarımadası’nı müslümanlardan geri almak için yaptığı yeniden fetihlere ve dolayısıyla döneme verilen isim)
los reyes católicos : katolik krallar (güçlerini birleştirmek üzere evlenen Kastilya kraliçesi Isabel ve Aragón kralı Fernando’yu temsil eder; Isabel ve Fernando birçok minik krallıktan meydana gelen devleti tek bir çatı altına ‘reconquista’ ile toplar)
Andalucía : Endülüs
mudéjar : Müslümanlarla ilgili olan
azulejo : Arap mimarisinde kullanılan seramik ve mozaiklere verilen isim

Granada’nın konumu
Şehrin mimarisi ve yapılanması kadar güzel olan bir şey daha varsa o da kesinlikle coğrafyası. İspanya’nın en yüksek sıradağları olan Sierra Nevada’nın eteklerine kurulmuş şehrin hemen her yeri bir seyir noktası. O muhteşem mimariye bir de fonda zirveleri karla kaplı dağ manzarası, adım başı yanınızda beliren portakal ve palmiye ağaçları eklenince karşınıza çıkan eşsiz görüntüyü kelimelerle anlatmak bir hayli zorlaşıyor aslında. Gerçekten gidip görmek, doyasıya yaşamak gerek. Bir de ikliminden bahsetmek istiyorum. Şehre ilk ayak bastığım gün hava enfesti; öyle ki meydanda akşam saati biramı üzerimde mont olmadan içebildim. Ancak ertesi gün hava biraz bulutlanmaya başladı ve sıcaklık da bir hayli düştü. Yine de bizdeki kuzey kışları gibi değildi elbette ama bir ceketten daha fazlası da olsa fena olmazdı 🙂 Deniz seviyesinden oldukça yüksekte kalan bir şehir olduğundan yazın Sevilla’da yaşanan cehennem sıcakları yaşanmıyormuş Granada’da. Özellikle temmuz ve ağustos ayları güneyde konuşlandığı için sıcak geçse de, Sevilla ile kıyaslanamaz dediler. Bahar ayları ise şehri ziyaret etmek için enfes oluyormuş ki bunu da tahmin etmek güç değil.
Dağ manzarası yetmezmiş gibi şehirden bir de Genil ve Darro Nehirleri de geçiyor.
Granada’da gezilecek yerleri ise başka bir başlıkta toplamaya karar verdim; görmek için tıkla!