>Dün gece, ilk başta pek hevesli yaklaşmasam da bir film izledim : Cassandra’s Dream.Senaryorsunu yazıp yönetmenliğini yapan isim Woody Allen,başrol oyuncularından biri de Ewan McGregor olunca karşı koymakta da zorlandım açıkçası.Şimdi ise iyi ki izlemişim diyorum çünkü derin konusu bir yana, izlediğim en sürükleyici ve sonu tahmin edilemez filmlerden biriydi.Herkesin bildiği gibi günümüzün klasik Amerikan yapımı gişe filmleri artık ciddi anlamda bıkkınlık vermiş durumda.Bağımsız filmlerin tadını da aldıysanız eğer, gösterime giren mevsimsel Amerikan yapımlarına dönüp bakmıyorsunuz bile.Ne de olsa hepsi birbirinden doğmuş senaryolardan,aynı üç-beş mekandan ve yüzleri zihnimize kazınmış oyunculardan ibaret.Yalnızca filmler arası rol değiştiriyorlar, hepsi bu.
Dolayısıyla insan ister istemez değişik yapımlar görmek istiyor.Zaten monoton ve klasik hayatın içindeyken birtakım insani olguları, sürükleyici ve bir o kadar da matematiksel düzleme oturtulmuş ama diğer yandan ‘Inception’ da olduğu gibi senaryoyu yakalamak için zihninizi yormayan kurgularla sorgulamak istiyorsunuz.Elbette türlerin çeşitliliğine hiçbir zaman karşı değilim bilhassa her zaman çeşitliliğin varolmasından yanayım.Fakat öyle anlar geliyor ki piyasanın kapıldığı furyanın içinden sıyrılıp daha önce hiç ayak basılmamış ama insana muhtaç adalara adım atmak istiyor insan.İşte dün gece bu filmi izlerken ben de bu ruh hali içerisinde olduğumun farkında vardım.
Woody Allen için söz söylemek bana düşmez belki ama her ne kadar film endüstrisi konusunda yalnızca bir izleyici gözüne sahip olsam da, kısaca birkaç şeyden bahsetmek de boynumun borcu diye düşünüyorum.Yaptığı filmler belki çoğu zaman gişe rekorları kırmıyor ve büyük ses getirmiyor dünya çapında ama bunlar bir yana dursun, bence insanı en derinden etkileyen hesaplaşmaların,olguların peşinde koşuyor Woody Allen.Fantastik öğeler kullanarak animasyon dünyasının müthiş renkleriyle insanların gözüne hitap etmiyor evet.İnanılmaz bütçeler gerektiren aksiyon sahneleri çekerek ‘Vay be!’ de dedirtmiyor seyircisine.Woody Allen, işlediği konular aracılığıyla insanların karşılaşması olağan ama bir o kadar da olağanüstü durumları harmanlayarak öyle bir kurgu yapıyor ki, ta içinizdeki en hassas noktanıza dokunup kendinizi sorgulamanızı sağlıyor.Ki bence eğlence için bile yapılmış olsa bu gibi üretimlerin bir nebze de olsa insanları düşündürmesi gerektiğine inanıyorum.
Filmin teması, başlıkta da yazmış olduğum gibi hayaller ve hayallere giden yolda yapılanlardan size yadigar kalan vicdan hesaplaşması.Öyle ki zaten filmin afişinde de ‘How far will you go to make your dreams come true?’ sorusu göze çarpıyor.Collin Farrell ve Ewan McGregor’un müthiş oyunculuklarıyla süslenmiş filmde bir sahneden diğerine nasıl geçeceğinizi tahmin bile edemiyorsunuz.Karakterlerle birlikte siz de kendinizi sorgulayıp onlarla senkronize olarak senaryonun içinde yaşamaya başlıyorsunuz.Sorguladığınız olgu ise insan hayatının en ağır ruhsal yükü olan vicdan.
Evet, vicdan hesaplaşması insan hayatının en zor,en ağır kavgasıdır.Yaşayabileceğiniz en büyük külfettir.Akabinde pişmanlığı,keşkeleri doğurması kaçınılmazdır.Bazen öyle bir dönüm noktasına gelirsiniz ki, geri dönmeniz mümkün olmaz.Gerçekleştirdiğiniz fiziksel ya da ruhsal birtakım eylemler benliğinizin her zerresine yapışarak günden güne ağırlaşan bir yük haline gelir.Geceleri uyuyamamaya,insanlarla olan iletişiminizi kaybetmeye ve kendinizi tanıyamamaya başlarsınız.Tüm bildikleriniz,amaçlarınız,hedefleriniz,hayalleriniz,istekleriniz bir çırpıda yok oluverir.Halbuki onca zaman harcamışsınızdır onlara sahip olabilmek için.Belki de sırf onlar gerçek olsun diye kullandığınız tek bir araçtır sizi onlardan tamamen uzaklaştıran.İşte o an vicdanınız çıkagelir ve öyle bir gelir ki adeta sizi esir alır.Çünkü vicdan insanın ruhuna tuttuğu aynadır; kırıldığı an ruhunuz da paramparça olur.