Kahve! Benim için apayrı bir yazı konusudur aslında ancak şimdi o kadarına değinmeden gidip denediğim birkaç butik kahveci hakkındaki yorumlarımı yazacağım.

Gerçekten hepsine deneme amacıyla hususi olarak gittim ve bayıldım! Kahve budur; Starbucks değil. O da Amerikan kahvesi diyeceksiniz ama gerçekten o artık bambaşka bir boyutta bence. Caffé Nero başarılıdır ne de olsa bir İtalyandır. Ancak butikten vazgeçmeyecekmişiz bunu anladık!
Öncelikle yerini zar zor bulabildiğim Petra Roasting & Co.‘ya gittik bir cumartesi öğlen. Buranın kolektif bir dükkan olduğunu, içinde birçok kahve dışında ürünün satılıp sergilendiğini ve çeşitli sergilere ev sahipliği yaptığını okuduklarımdan öğrenince daha da bir merak eder olup listemin ilk sırasına Petra yazmıştım. Üstelik burası ‘şehrin en iyi kahvecisiyiz’ diyecek kadar iddialı ve de cesurdu. Denemek şarttı!

Nerede bu Petra? Semt olarak Gayrettepe. Basit tarifiyle Balmumcu’daki ATV – Sabah binasının yanındaki sokaktan girip aşağıya doğru salınıyor ve sağ tarafa yönelince Petra’ya ulaşıyorsunuz. Yine bir yokuşun üzerindeki plaza görünümlü bir binanın en alt katında yer alıyor. Tabela ararsanız bulmanız pek mümkün değil, hatta belki sorsanız gösteren bile olmayabilir çünkü sokaktan bile pek insan geçmiyor. Girişinde MUSE Istanbul Kolektif Dükkan yazıyor. Bunu bilmesem hayatta Petra diye oraya girmezdim muhtemelen çünkü burası ne bir kafeyi ne de bir müzeyi andırıyor. Nevi şahsına münhasır ender yerlerden. Girişteki yere kadar vitrin camlarından ilk dikkatinizi çeken klasik arabalar ve tekneler oluyor. Sola doğru devam ettiğinizde sergi salonundaki süreli sergilerle karşılaşıyorsunuz. Ben gittiğimde ‘Öğrenilmiş Çaresizlik’ adlı güzel bir sergi vardı farklı sanatçıların eserlerinden oluşan.

Sergi salonu U şeklinde devam edip sizi kahvelerin alındığı bara çıkarıyor. Buradaki kahvenin esas sırrı taze çekilmiş olması. Gerçekten de istediğimiz americano kahve oldukça uzun bir sürede hazır oldu ve tek müşteri de bizdik! Tadı enfes, gerçekten kahve içtiğinizi anlıyorsunuz. Ağzınızda buruk bir tat bırakmadığı gibi ikincisi asla çok gelmiyor. Hatta bir tanesi yetmiyor bana kalırsa! Buranın bir de kartı var, siz gittikçe damgalanıyor ve belli bir sayıya ulaştığınızda bir kahve ikram oluyor.

Fiyatlar nasıl derseniz, her kahvecide olduğu gibi 7-8 lira civarında; içtiğiniz türe göre değişiyor. Ayrıca çekirdek veya çekilmiş olarak da kahve alabiliyorsunuz. Kilosu 25 lira. İstediğiniz şekilde çekiyorlar kahveyi.
Kahve dışında sanat eserleri ve antikalarda da gözüm kalmadı değil elbette! Şapka kalıplarından daktiloya, heykellerden ölçü aletlerine kadar birçok çeşit mevcut. Ancak fiyatları çok da ucuz değil.

Sanata ilginiz varsa veya yakınınızda sanatla uğraşan birileri varsa, buranın sergi salonunda eserlerini sergilemesi mümkün. Özellikle genç sanatçılara destek olan ve onların eserlerini sergilemek için uğraşan bir yer burası.

Gelelim ikinci kahve durağımız Kronotrop‘a. Burası da Cihangir’de Firuzağa Camiinin hemen karşısında yer alan miniminnacık bir kafe. Oturma alanı da oldukça kısıtlı ve biraz al-git olayına dayalı. Lakin biz gittiğimizde kimsecikler yoktu ve rahat rahat kafenin en sevimli ve rahat köşesinde oturup bir şeyler okuyarak kahvelerimizi yudumlama şansı bulmuştuk. Buranın da kahvesi gerçekten normalde herhangi bir yerde içtiğiniz kahvelerden çok farklı. Bir kere o lezzeti ve aromayı iliklerinize kadar hissediyorsunuz ve ‘kahve böyle olmalı zaten’ diyorsunuz. Yolunuz Cihangir’e düşerse mutlaka tadına bakmalısınız. Fiyatlar da normal; 7-8 lira civarında Petra’da olduğu gibi. Artık yol üzeri kötü kafelerde yapılan 3’ü 1 arada adı altındaki şerbetlere bile 5 lira aldıkları bir ülkede yaşarken kahvenin kendisine 7 lira vermek gerçekten daha makul kanımca.

Şimdilik son denemem olan Manuel&Deli adlı kahveci ise diğer ikisi kadar gönlümü fethetmedi nedense. Belki oturmaya yer olmaması, belki yerini saçma bir şekilde dolanarak zar zor bulmamız da buna sebep olabilir. Burası da yine bir yerde okuduğum şehrin en iyi 10 kahvecisi arasındaydı. Kronotrop’u atlayıp denemek için özellikle aradık ve yorgun argın ulaştığımız kafede oturmaya yer olmadığını görünce hayalkırıklığımızı da alıp sokakta bir taşa oturarak kedilerle beraber içtik kahvelerimizi. Onca yürüyüp üzerine yorgunluk kahvesi olacakken yorgun kahve oluverdi mecburiyetten. Elbette sıradan bir kahve değildi ancak diğerleri varken bir daha buraya beni getirtecek türden de değildi. Ama tabii Orhan Pamuk’un sevgilisiyle yakalandığı Cihangir’deki pizzacıda pizza yerim sonra da üzerine adam gibi bir kahve içer yoluma devam ederim derseniz olabilir pek tabii! Ne de olsa San Lazzaro’nun hemen karşısında Cihangir’de yer alıyor Manuel&Deli. Ancak yine de oraya gidene kadar Kronotrop’a uğrayın diyorum başka da bir şey demiyorum!

Kahve aşkım devam ettiği müddetçe bu yazım uzayıp gidecek muhtemelen. En son, uzun zamandır merak ettiğim MOC İstanbul adlı kahveciye gittim ve çok da fazla bayılmadım nedense. Artık butik kahvecilere gide gele beklentim ciddi anlamda yüksek bir biçimde kapıdan adımımı atar oluyorum ancak bazen vasat bazen de gerçekten beklediğimden iyi kahvelerle karşılaşıyorum. Şimdilik Petra’nın yeri hala ayrı bir yerde olsa da canlı caz konserleriyle ve dekoruyla MOC İstanbul da gözüme girdi. Dediğim gibi kendisini satırlarca övemem ancak yolunuz düşerse deneyin derim.

Nişantaşı’nın az bilinen ama çok gidilen bir sokağında MOC İstanbul… Ama oralarda çalışmıyor yahut oturmuyorsanız tesadüf eseri yolunuz düşmeyebilir. Ancak hususi gidilebilir! Kahveler oldukça yoğun ve lezzetli. Özellikle de asma katında kimse yoksa orada oturup kahvenizi yudumlarken herkese tepeden bakmak pek keyifli. Ayrıca pazartesi akşamları canlı müzik oluyor kafede; caz yapıyorlar üstelik! Ben sahne kurulurken çıkmak zorunda kaldım ama ilk fırsatta gideceğim dinlemeye.
Canlı caza her zaman varım ancak ona bir tepki olarak ortaya çıkmış gibi görünen ve gün içinde çalan fazla popüler müzikler çok hoşuma gitmedi açıkçası. Öyle bir ortamda farklı beklentiler içerisine giriyorsunuz ister istemez. Ancak bazen kitleye de hitap etmek gerekiyor; ne de olsa Nişantaşı.

Uzun lafın kısası, MOC İstanbul iyi, güzel, hoş ancak bir Petra değil. Gönlümün sultanı henüz değişmedi. Sıradaki aday Cup of Joy Bebek. Bakalım orası neler hissettirecek?