Datça, uzun zamandır gitme hayaliyle yaşadığımız o dillere destan Can Baba memleketiydi. Sonunda bu yazın planları arasına dahil ettik ki; hem çevreyi görelim, tanıyalım hem de yakın zamanda yaşamayı istediğimiz ‘o yer‘i bulmamıza yardımcı olsun istedik.
Evet, benim gibi İstanbul’a bayılan (çok eskiden ve cahilken) biri için öyle uzak memleketlerde, küçük kasabalarda yaşamak kulağa çalınan bir espiriden ibaretken şimdiki tek hayalimin İstanbul’dan gitmek olduğundan çok eminim. Bu sebeple ne yapmak, nasıl bir hayata devam etmek istediğimi, nasıl bir düzenin içinde olursam mutlu olacağımı araştırmanın peşindeyim bir süredir. İş koşturmacası, tekdüze bir yaşam, rutin bir şehir hayatı beni öylesine bunalttı ki son zamanlarda, bu yaşımda emekli ruhuna ulaşmış hale geliverdim. Aslına bakarsan insanı en çok da “insan” yoruyor. Rutinin içinde uğraşmak zorunda olduğun insanlar, ‘Benim burada ne işim var?’ sorgulamalarıyla geçip ziyan oluyor kısacık hayat. Kelebekler Vadisi’nde yaşadıklarım gibi, geriye dönüşü ve özüne varmayı hayal ederek zihnimde türlü resimler çiziyorum; kimi sürreal kimi realist. Ve güzel de bir hedefim var gerçekleşeceğine çok inandığım.

Velhasıl Datça bizi kendisine getirdi bu yaz; çok da iyi etti! Fethiye’den sonra ilk karşılaşmamız bizi hayalkırıklığına uğratsa da büklere vardıkça ‘canlı‘ olduğumuzu anımsadık.
Datça gerçekten de üç ‘B‘ den ibaret gibi gözükse de bu sadece işin özet kısmı. Datça Yarımadası anlatmakla bitecek gibi değil de elimden geleni yapacağım sözcükler yettiğince.
Datça merkezi, küçük bir kasaba havasında. Bir iskele caddesi ve limanla son bulan hareketliliği mevcut. Caddede dükkanlar, çeşitli marketler ve bolca eczane bulunmakta. Şehir merkezinde liman caddesi paralelinde bir de sahili var; Kumluk Plajı. Dileyenler buradan denize girip güneşleniyor akşamları da kumsaldaki şezlonglar yerini rakı sofralarına bırakıyor. Sahil boyu birçok balıkçı ve kafe var. Bunlardan tek tek bahsedeceğim.
DATÇA’NIN MERKEZİ
Cafe Inn
Datça’daki en güzel pizzaları ve salataları yemek için hiç tereddüt etmeden Cafe Inn’e gitmen gerekiyor. Birçok modern dünya mutfağına yer veren kafede farklı türde kahveler de içebilirsin. Kumluk Plajı’nın en başında yer alıyor; yeri de enfes.

Serap Çay Bahçesi
Canın badem kahvesi mi çekti? Gideceğin yegâne adres Serap Çay Bahçesi olmalı. Burada ağaçların altında ‘Kalabalığın keyfi nasıl çıkar?’ sorusuna yanıt bulacaksın. Üstelik Datça’nın ünlü badem kahvesini de içecek, yanında servis edilen nefis kurabiyelerini de midenle buluşturacaksın. Karnın mı acıktı? O zaman da hiç düşünmeden otlu peynirli el açması gözlemelerinden yiyip mis gibi demlenmiş çayını içeceksin. İster kitabını al ister gazeteni, istersen etrafta tavla oynayanları izle ya da hiçbir şey yapmadan sadece etrafını gözlemle… Her türlüsü keyfine keyif katacak, muhteşem rüzgarıyla da mest olacaksın.

Balıkçı Hüsnü’nün Yeri
Fiyatlar tüm balıkçılarda aynı ancak biz buraya araştırmalarım sonucunda gitmeye karar verdik. Zaten mönü içerikleri aşağı yukarı tüm balıkçılarda aynı; ayakların kumda, deniz yanında ve rakın da masanda olunca zaten hepsi gözüne güzel gözükecek. Hüsnü’nün Yeri bizi çok iyi ağırladı. Tadı damağımdan hiç gitmeyen ve gitmeyecek olan kapari filizini şiddetle yemeni öneririm. Bu bitki yalnızca bu yörede mevcutmuş üstelik. Kabak çiçeği dolması da keyfine keyif katacak, unutmamak gerek.
Mambocino Coffee
Datça’ya gelip de şehirde içtiğin kahveleri özlersen eğer gidecek belki de tek adresin burası. Sahibi de oldukça ilgili üstelik; gece kafe kapandıktan sonra bile bizi rahatsız etmedi, biten kahve fincanlarımızı alıp oturmaya devam etmemize izin verdi. Kafede cortado bile var; öyle diyeyim sen anla çeşitliliği.
Unicus Leather
Unicus Leather, en sevdiğim dükkanların başında! Datça’nın deri sandaletleri pek meşhurmuş meğer ama ben yazın Birkenstock’tan asla vazgeçemediğim için şöyle bir göz ucuyla bakıverdim kendilerine. Ancak önü kapalı dünya şekeri deri ayakkabılar da aklımda kalmadı değil. Fiyatlar da oldukça makul; 90 ila 110 lira arasında değişiyor. Ben kendime deri bot formunda bir kalemlik almayı yeğlerken ben dükkandayken gelen İtalyan turistler de bir çift sandaleti memleketlerine götürdüler.

Le Flaneur
Küçücük fıçıcık içi dolu turşucuk Datça! İkinci el kitapların satıldığı merkezdeki bu kitapçıda İngilizce’den Fransızca’ya, İspanyolca’dan Norveççe’ye kadar birçok dilde kitaplar satılıyor. Ben gittiğimde yalnızca üç adet İspanyolca kitap vardı ama devamı gelecekti. Bir dahaki gidişimde daha fazlasını bulacağımdan eminim.
Osman Ballı
O bir balcı! O bir bademci! O bir kekikçi! Osman Ballı’da Datça’ya dair her şey mevcut. Merkezdeki Emniyet binasının hemen karşısında yer alıyor ve gece çok geç saatlere dek açık oluyor. Datça’nın meşhur nurlu bademinden yine çok ünlü kekik balına kadar farklı ürünler alabilmen mümkün. Balların farklı boylarda kavanozları bulunuyor, bademler de çeşitlerine göre kiloyla satılıyor. Gitmişken almadan dönmek olmaz. Nurlu bademin kilosu 90 lira ama tadı damağımda!

ESKİ DATÇA
Eski Datça, merkeze 2 km uzaklıktaki ilk yerleşim yeri. Merkezinden ve büklerinden o denli bağımsız ki sanki orası bir dekor ve siz gidip görünce hayat bitiyormuş gibi durağan. Merkezden sürekli hareket eden minibüslerle gidip dönmen mümkün. Ancak taksiye binmek istemiyorsan son minibüsün saatini iyi öğrenmekte yarar var. O nedenle ilk bindiğin minibüsün şoföründen sana bir tane saat çizelgesinden vermesini rica et.
Eski Datça’da köy yaşamı hakim. Can Yücel’in hala eşi Güler Hanım’ın yaşamakta olduğu evi de burada. Ancak turist akınları burayı bir maket köy haline getirmiş. Fiyatlar gereksiz derecede yüksek ve begonviller hariç her şey ‘biraz‘ yapay duruyor sanki. Fazlasıyla şirin formdaki kafeler, turistik el yapımı eşyalar… Evet, güzel gerçekten ama dediğim gibi çok fazla yapay hissettirdi bana kendini. Gidip görmek gerek elbette ama hepsi o kadar!

Biz Datça’daki ilk akşamımızda burada bir şeyler atıştırıp bira içtik. Arkadaşımın tavsiyesiyle gidip müzikleri ve atmosferi çok beğendim ancak birkaç maruzatım olacak!
Öncelikle fiyatlar; çünkü haddinden fazla pahalı. Bu kadarına gerek yok diye düşünüyorum. Sonra porsiyonlar; gördüğüm en minik porsiyonlara sahip üstelik fiyatlar da bununla ters orantılı olunca işler değişiyor.
Güzel şeyler olmadı mı? Elbette ki oldu; işletmecileri çok tatlı ve ilgili. Sen sohbet etsen sabaha kadar konuşacak bir halleri var. Üstelik canlı müzik de var; hem Türkçe hem de yabancı söylüyor sahibi gitarı eşliğinde. Güzel şarkılar seçiyor, öyle sıradan değil hiçbiri.

Eski Meydan Kahve
Datça’nın ara sokaklarında bulunan bu kahvenin spesiyali keçi sütünden yapılmış ayran ancak ben normalinden bir fark göremedim. Serinlemek için tadına bakmak istersen uğrayıver belki semaverden de çay içersin.

Karya Çay Bahçesi / Orhan’ın Yeri
Burası, Can Yücel’in meşhur yarım kalan şarabının sergilendiği köy kahvesi. Kahvenin büyük bir köşesi Can Yücel’e ayrılmış halde. Bir adet büstü, çeşitli gazete haberleri, şiirleri, fotoğrafları, karakalem portresi ve şiirleri bulunuyor.

Kahvenin girişi kadar içi de pek keyifli ancak tek handikapı kesinlikle çalan müzikleri. O atmosfere, buz gibi ev limonatasının servis edildiği o taş masalara ve mavi sandalyelere zerre kadar uymayacak yıllardır çizgisini hiç bozmadan devam eden Kral Pop müzikleri eşlik ediyor ne yazık ki. Havasını bir kez soluma şansın olursa ne demek istediğimi çok iyi anlayacaksın.

DATÇA’NIN HARİKULADE BÜKLERİ
Bence Datça’nın esas meselesi bükleri! Her biri enfes koylardan oluşan, yörede kendilerine ‘bük’ denen doğa harikası bakir kıyıları, Datça’nın sana kendini ağırdan satarak geç gösterdiği asıl yüzü. Yarımadaya varmadan önce kafamdaki plan koyları tekne ile gezmekti ancak çok sevecen pansiyon sahiplerimizle yaptığımız sohbetin ardından araba kiralamanın çok daha doğru bir karar olacağını düşündük ve nitekim de öyle yaptık. 90 lira ödeyerek Akdeniz Rent a Car‘dan bir adet Hyundai i10 kiraladık ve 50 liralık benzinle yarımadanın en ucuna kadar kıvrıla kıvrıla gezdik. Gözümüze en bakir gelen koylarda durup yüzdük, etrafımıza bakıp büyülendik, şnorkelimizi ve maskemizi alıp sualtı keşfi yaptık, yeşilin denizdeki yansımasından mest halde o bük senin bu bük benim doyasıya denizin ve doğanın tadını çıkardık. Yolculuğumuz öncelikle Mesudiye Köyü yani Hayıtbükü‘nün bulunduğu koyla başladı. Minicik ama harika bir koy; sakin, huzurlu ve tertemiz. Denizden çıkıp kuruduktan sonra hemen arkamızdaki Berke Pansiyon’un kafesinde sabah kahvemizi içtik. Günün sonunda anlayacaktım buranın en sevdiğim noktalardan biri olduğunu.

Bir sonraki koy hemen yanıbaşımızda bulunan ve bir seyahat dergisi tarafından dünyanın en iyi on sahilinden biri seçilen Ovabükü idi. Burada Hayıtbükü’nün taşlık plajının aksine biraz daha uzun olan kumluk bir plaj ve biraz daha fazla işletme var. Burada denize girmeden devam edip hakkımızı karşımıza çıkan Gerence Akvaryum Koyu‘nda aldık ve evet doğru seçimi yapmıştık!

Akvaryum Koyu, adı üstünde akvaryum. Bozcaada’daki akvaryuma bayılan ben esas burada büyülendim. Şnorkel ve maskelerimizle bir saat sualtı keşfi yaptık ve inanılmaz keyif aldık. Bakir koylarda spontane bir şekilde durup denize girip doğanın keyfini çıkardıktan sonra yola devam etmek gibisi yok. Araba yolculuğu işte bu nedenle bazen keyifli olabiliyor gerçekten.

Günün yorgunluğu ve güneş de tepemizde bastırınca sıradaki koya geçme vakti gelmişti ve biz de Palamutbükü‘nün yolunu tuttuk. Büklerde ilerledikçe Datça sevgimiz arttı. Palamutbükü, Datça Yarımadası’nın en uzun süre yaşanabilir, vakit geçirilebilir ve büyük koyu. Bolca işletme mevcut. Şezlong kiralamak gibi bir olay yok; yeyip içtiğini ödüyorsun yalnızca. Bu da bence büyük bir artı. Biz, günün büyük bir çoğunluğunu Aylin Pansiyon‘un restaurantında geçirip güzel plajında vakit geçirecektik ki yer bulamayınca vakit kaybetmeyelim deyip ihtiyaçlarımızı giderdikten sonra yola devam etmeye karar verdik; iyi ki de öyle yapmışız. İstikamet, yıllar önce İz Tv’de Taş Gaste’de izlediğim ve merak ettiğim Knidos Antik Kenti ve haliyle yarımadanın en uç kısmı ve Knidos Antik Limanı oldu. Akşamüzeri gitmenin nimetlerini doyasıya yaşadık bu örenyerinde. Muazzam bir lacivertin üzerinde süzülen ultra lüks yatlardan atlayıp yüzen insanlar, harikulade esen rüzgar, antik liman fonuyla muhteşem bir tablo oluşturan antik bir şehir… Mest olduk tek kelimeyle. Datça gitgide güzelleşiyordu, kaleyi içten fethetmeye devam ederek.

KNİDOS ANTİK KENTİ
Datça ya da nam-ı diğer Reşadiye Yarımadası’nın yerlileri Knidos’a ‘Kinidos’ diyor. Datça’nın turizmi açısından oldukça önemli bir yer tutan antik kent, yarımadanın en uç kısmında Akdeniz ve Ege Denizi’ni buluşturan Tekir Burnu ve tarihi Knidos Antik Limanı’nın arkasında bulunuyor. Limandan girişi de olması sebebiyle özellikle yaz aylarında ziyaretçi akınına uğradığını müze mağazasında çalışan hanımdan öğreniyoruz. Antik kentin burun kısmına yakın tarafına ilerleyip eskiden Afrodit Heykelinin bulunduğu kaideye doğru tırmanırken kameramı zor zapt ettim; inanılmaz derecede kuvvetli bir rüzgar esiyor. Zaten genel olarak Datça’nın her noktası oldukça rüzgarlı. Hal böyle olunca yüksek sıcaklığa rağmen nefes alma şansı bulabiliyorsun. Tıpkı Bozcaada ve Assos gibi nefes alan bir yer Datça.

Knidos, aslında tüm yarımadaya yayılmış bir antik şehir. Okuduklarımızdan da öğreniyoruz ki tüm şehir mermerden inşa edilmiş. Yolda giderken örenyerine varmadan en az 10 km önce kalıntıları görmeye başlıyorsun zaten. Dolayısıyla yolunu şaşırsan dahi tabelaları boşver yola bak yeter.
Örenyerinin en sevdiğim ve diğer birçok gezmiş olduğum antik şehre göre dikkat çekici yanı ziyaret parkuru idi. Başladığın noktadan itibaren kenarı taşlarla belirlenmiş bir patikadan ilerleyerek yolunu kaybetmiyorsun. Bölüm bölüm şehri geziyor ve sonunda hiçbir yeri atlamadan dolaşarak Küçük Tiyatro kısmından çıkışa varıyorsun. Yer yer büyük kalıntıların olduğu kısımlarda bolca bilgi mevcut okuyup öğrenesin diye. Bilmeden gezersen antik kent senin için taştan, harabeden ibaret ne de olsa. O nedenle ilgin varsa ve biraz da yaşadığın dünyada neler olup bitmiş, sahip olduğun topraklardan kimler gelip geçmiş, neler yapmış merak ediyorsan OKU derim. Fethiye seyahatimizden sonra Likya Yolu’na iyiden iyiye merak sarınca, her şeyi kavramak adına öncelikle ‘uygarlık tarihi’ okumaya başladım. Teyzemin sayesinde tam da aradığım kitabı buldum; şiddetle tavsiye ederim : Gençler İçin Uygarlık Tarihi / Hendrik Willem Van Loon. İnanılmaz başarılı bir kitap, bölüm bölüm ‘insan’ı anlatıyor tarihsel gelişim içerisinde. Bitirdikten sonra Likya Kentleri’ni okuyacağım.
Karya Halkının şehri Knidos’a veda ederken bize antik keçiler de eşlik ettiler.

Antik şehri yaklaşık iki saatte dolaşmamızın ardından yeniden Palamutbükü’ne gidiyoruz. Nasıl olsa arabamız var; akşam yemeğini burada yiyeceğiz. Pek merak ettiğim bir diğer Can Yücel mekanı olan Nostalgia‘da yemek yemeye karar veriyoruz. Sahilde bulunan diğer restaurantlar arasında belki de en salaşı ama bizim de aradığımız bu zaten. Bizim dışımızda bir masa daha var sadece; huzur içinde ve denizin dibindeyiz. Hava süt gibi, tatlı tatlı esiyor rüzgar ve deniz süzülüyor gözlerimizin önünde. Yemek yedikten sonra yeşil boyalı ahşap sandalyemi denize doğru çeviriyorum; bozulmaması gereken bir karenin tam ortasındayım.

Yemek konusunu es geçmemeliyim. Ege otları meşhurdur, söylenir hep ama ben kendileriyle aşk yaşadım bu güzel koyda! Nasıl anlatayım bilemiyorum ama sıralayayım en iyisi… Fellah köfte, kabak çiçeği dolması, kapari filizi… Yok böyle bir şey diyorum. Sebze aşkıyla yanıp tutuşabilirsin. Mezeler genellikle 10 lira civarında, bira ise 8 lira. Ortaya karışık söyleyip her birinin tadına bakmakta yarar var.

Yemekten sonra restaurantın içini görmek üzere içeriye giriyoruz. Duvarlar, sahibinin merakı nedeniyle eski fotoğraflarla dolu. Bir de Can Yücel köşesi var ki akabinde dayanamayıp soruyoruz : ‘Can Yücel çok gelirmiş buraya…’ ‘Çok yakın dostumdu…’ diyor ve derin bir sessizlik alıyor herkesi. ‘Son şairdi, başka bir tane daha gelmez.’ diye devam ediyor sözlerine. Tanışmış olduğumuza memnun olduğumuzu belirtip bu güzel atmosferi bırakarak ıssız orman yoluna devam ederek kıvrılarak Datça merkeze ulaşıyoruz.

KISA KISA DATÇA
Not defterimde derlediklerimden yola çıkarak birkaç madde yazarak hem bir özet yapmayı hem de ufak tavsiyelerde bulunmayı Datça’ya bir borç bilirim.
- Mesudiye Köyü, nam-ı diğer Kızılbük ve Hayıtbükü hattı, en sevdiğim koy oldu. Hem denizinden hem de çevresinden pek keyif aldım. Merkezden yola çıkınca karşınıza çıkan ilk koy burası.
- Burada bulunan Berke Pansiyon’un denize nazır kafesinde bir Türk Kahvesi içmek gereçekten ömrü uzatıyor olabilir; fiyatı da 4 lira.
- Hayıtbükü’nün hemen sonrasındaki koyun adı ise Ovabükü. Burası diğer Datça plajlarının aksine taşlık değil kumluk bir plaj.

- Palamutbükü ise yazımda da bahsettiğim gibi çok fazla işletmenin ve yaşamın olduğu Datça’nın ne meşhur ve en büyük koyu. Diğerlerine göre daha uzun bir plaja sahip. Tesisler plajın büyük bir kısmını şezlonglarıyla doldurmuş olsalar da bir kısmında da boş sahilden denize girmek mümkün. Buranın pazarı da pazar günleri kuruluyormuş meğer; rastlamak tesadüf oldu bize.
- Datça’nın muazzam koylarına aşık olmak için tek bir sebep söyleyeceksen o da Gerence Akvaryum olmalı sanırım. Enfes bakir koy budur!
- Knidos Antik Kenti, yarımadanın en uç kısmındaki örenyeri. Giriş ücreti 10 lira eğer müze kartınız yoksa.

- Yakaköy, antik limandan 13 km önce Palamutbükü’nün tepesine kurulmuş bir köy. Burada bolca bademlik var. Yolda her km başında bir köylü mutlaka badem veya kekik balı satıyor zaten. Bir de bu köyde heykeltraş Nevzat Metin’in kurmuş olduğu bir sanat akademisi bulunuyor. Biz dışardan gördük ancak gidip detaylı incelemekte yarar var. Biraz daha bilgi edinmek istersen işte tam burayı okumalısın : UKKSA
- Kafa dinlemeye gideceksen merkezde değil Palamutbükü’nde konakla mutlaka. Bir dahaki gidişimde hedefim kesinlikle burası.
- Merkezde, limandan amfi tiyatroya kadar yürü ve bal badem dondurması ye.

- Tekne turu kişi başı 50 lira. Kesin yapacağım diyorsan şehir merkezindeki limanda Çınar Kafe’nin tam karşısından hareket ediyor.
- Datça’nın tek barı numunelik Eclipse. Burası da Çınar Kafe’nin hemen yanıbaşında limanın karşısında. Tahmin edersin ki gitmedik ama öğrendik.
- Eclipse Bar’ın yukarısına doğru tırmanırken seni güzel ve mini pub’lar karşılıyor; vaktin varsa bir akşamüzeri birası iyi gider denize karşı.
- Bu yolun devamında yine Cumhuriyet Meydanı’na çıkıyorsun; bolca derici, antikacı ve güzel kitapçı Le Flaneur var.

- Bizim pansiyona yakın olan İskele Caddesi’ndeki Migros ve Carrefour gece geç vakitlere kadar açık. Carrefour 23:00’da, Migros ise 00:00’da kapanıyor.
- Merkezden Eski Datça’ya ve Palamutbükü’ne giden minibüsler hemen Migros’un önündeki duraktan kalkıyor. Saatleri de mutlaka asılı oluyor ancak gecikmeler olabiliyor; panik yapmaya gerek yok.
- Datça merkezdeki duraklarda kitap rafları var camlı; içerisinde okunmuş kitaplar var başkaları okusun diye. Türkiye’de böyle şeyler görmek göz yaşartıcı gerçekten.
- Datça’daki yuvamız tatlı insanlar Metin ve Hazar’ın işlettikleri pansiyon : TUNÇ Pansiyon. Çok eski bir binaya karşın bir o kadar da temiz bir aile işletmesi. Üstelik yeri muhteşem. Sabah kahvaltıları ise minicik tabldotlarda geliyor; tam bir nostalji havası mevcut. Sırtçantalıların uğrak mekanı bir konukevi. Merkezde kalırsan gözün kapalı gidebilirsin.

- Datça’dan İstanbul’a dönmek üzere Dalaman’dan kalkan ve sabahın köründe bir saatte uçuşun varsa tek seçeneğin Datça-Dalaman transfer ofisine uğramak. Tüm uçak saatlerine göre ayarlanmış olan 24 saat seferleri mevcut. Kişi başı ücret 50 lira ve kalkıştan sonra Dalaman Havaalanı’na varış yaklaşık iki buçuk saat sürüyor. Yol, seni sabahın 04:00’ında bile uyutmayacak kadar aksiyon dolu. Emniyet kemerini takıp sabretmekten başka şansın yok. Önceden yer ayırtmayı da unutma sakın; sezonda yoğunluk olabiliyor.
- Otobüsle varıyorsan Datça’ya, otogarda değil de merkezdeki Pamukkale Ofisi’nin önünde inmende yarar var.

- Çok canın istiyor ve büklere ulaşamayacaksan eğer şehir merkezindeki Kumluk Plajı’ndan denize girmen mümkün. Ben yapmadım sen yapabilirsin.
- Datça yolları enfes! Özellikle de motosikletle gezilmesi şart bence. Tekne turu yapmayıp araba kiralamakla doğru bir karar verdiğimizi de söylemiş miydim?
- Ben yemedim ama sen ye : damat tatlısı.
- Değirmenleri görmek geçerken yetmediyse Kızlan Köyü’ne doğru yol al. Her biri en az 300 yaşında olan yel değirmenleri orada seni bekliyor.
- Datça merkezden yarımadanın en uç kısmında bulunan Knidos Antik Kenti’ne olan gerçek uzaklık 35, hissedilen ise 70 km. Kıvrıla kıvrıla bir hal oluyorsun.
- Araba kiralamak istersen şehir merkezindeki Akdeniz’e gidebilirsin. Biz, günlük 90 liraya bir araba kiralayıp 50 liralık benzinle her yeri gezdik.
- Şehir merkezinde her akşam 19:00-00:00 arası sanat sokağında el sanatları sergilerini gezmek mümkün.

SONSÖZ ELBETTE CAN YÜCEL’İN BU KEZ :
Açtım ki gözlerimi sabah olmuş Datça’dayım
Ergen ışıklarla karşımda erguvana kesmiş Gocadağ
Tüm engebesiyle yanıyor o koskoca kaya
Dağ keçileri düzlere kaçmış olmalı
**
“Ne harika yer burası! Nereden buldun Datça’yı?”
“Elimle koymuş gibi buldum!”
Can YÜCEL
