
Gittikçe daha çok sevdiğim diyorum çünkü Madrid benim için tam olarak böyle bir şehir : başlarda benle konuşmayan, ön bilgilerimi önyargıya dönüştüren ve hareketliliğiyle artık çok da sevmediğim İstanbul’a benzettiğim başkent.
İlk gidişimde her bir günü bir başka müzeye ayıracak kadar uzun kalmama rağmen yeterli not almadığım için yazı yazmadan önce biraz daha fazla vakit geçirmem gerektiğine karar vermiştim Madrid’le. Böylelikle başka bir seyahat hatta üzerine bir de iş-okul seyahati de çıkınca artık daha detaylı keşfetmenin vakti gelmişti bu şehri.

Barcelona aşkına nail olunca insan, Madrid ister istemez geri planda kalıyor. Benim için Barcelona o denli eşsizdi ki -hala da öyle- Madrid’e karşı hep duvarlarım vardı. Son gidişim ve öncesindeki detaylı araştırmalarım ve rehber arkadaşım Şeyma sayesinde Madrid’i sevmeyi öğrendim! Tamam dürüst olayım; kalbimi çaldı. Hiçbir zaman gönlümün Barcelona’sı olamayacak ama kalbimde her daim bir yeri olacak. (Kendisinin ne kadar umrunda bilemiyorum)
Son gidişim bir yol serüveninin duraklarından birine denk gelse de Madrid’i kalbime ve aklıma sığdırabildiğim kadarıyla minik bir rehber yazısı yazmak; deneyimlediklerimi paylaşmak benim için geç kalınmış ama güç olmayacak bir hareket.

NASIL GİDELİM?
Madrid, ‘entrar y salir’ sözüyle İspanya’nın hem en işlek şehri hem de başkenti olduğu için buraya uçuş bulmakta hatta keyfinize ve cebinize göre havayolu şirketi seçmekte oldukça özgürsünüz. Amacınız Madrid’e gitmek olmasa dahi buradan bir şekilde yolunuzun geçeceğini de bu söz bize anlatıyor zaten.
Lafı uzatmak bir yana dursun öncelikli olarak Pegasus’un geçen yıl başlayan uçuşlarını, Wingo kampanyalarından birine denk gelirseniz Türk Hava Yolları’nı ya da yeni hat açan İspanyol havayolu şirketi Vueling’i tercih edebilirsiniz. İstanbul’dan direkt uçuşlarla yaklaşık dört saat sonrasında Madrid’e varır, eğer kış aylarında gittiyseniz ilk etapta sizi gülümseten güneşi şehir merkeziyle ilk karşılaşmanızda bir tokat gibi çarpar yüzünüze. Santiago bile Madrid’in can yakıcı soğuğu ve ayazının yanında solda sıfır diyebilirim size. Yazların da sizi cayır cayır haşlayacağını düşünürsek buraya gitmek için en makul vakitler bahar ayları diyebiliriz. Nitekim bir arkadaşımın söylediğine göre Nisan ayında bile karı görmüş Madrid! Bunca bilgiden sonra karar size kalmış; şans da yol arkadaşınız zaten.


NEREDE KALALIM?
Arkadaşım Olympe’ın sayesinde keşfettiğimiz, çalışanları MUAZZAM ve temizlikte bir dünya markası olan Hotel Exe Suites 33 gözüm kapalı önerebileceğim bir konaklama yeri. Fiyatları makul ancak son yaşadığımız talihsizlikten sonra rezervasyonlu gidin derim. Konumu mükemmel; Calle Leganitos’ta Plaza de España metro istasyonuna yürüme mesafesinde. Üç dakika kadar yürüyüşten sonra otele varıyorsunuz.
Uzun uğraşlar sonrasında sokakta kalınca rastladığımız çiçeği burnunda hostel de Madrid’in göbeğinde, temiz ve çalışanları hem çok tatlı hem de çok yardımcı; fiyatlar da oldukça uygun. Güzel bir alternatif olabilir : Hostal WooHoo Madrid.
İlk gecemizde bizi oldukça korkutan, inanılmaz derecede kötü çalışanlara sahip (hatta böylesini ne yurtiçinde ne yurtdışında daha önce hiç görmedim) bir hostel daha var ki Hostal Victoria. Fiyatları inanılmaz derecede uygun ve ilk adımınızda kendinizi Puerta del Sol’de bulduğunuz, üç binadan oluşan bir hostel kendisi. Oldukça temiz ve merkezi, tek handikapı çalışanları.



ŞEHİR MERKEZİNE NASIL VARIRIZ?
Metro! Havaalanı Barajas T4’tesiniz muhtemelen. Oradan metroyla kolayca şehir merkezine gidebilirsiniz. Nuevos Ministerios yönünde ilerlerseniz lehrin göbeğine varırsınız zaten. Ancak havaalanından aldığınız bilete 4 euro artı isteyecek ve kişi başı yaklaşık 5 euro ödeyeceksiniz. On basımlık biletten alırsanız ise yaklaşık 12 euro ödeyeceksiniz. Lakin yönlere ve bölgelere dikkat edin derim bileti makinelerden alırken. Detaylı bilgi için : Metro Madrid
OH MADRID, MADRID
1561’den beri başkent olan şehrin yaklaşık 7 milyon yaşanı mevcut. Kuruluşu 9.yy’a dayansa da günümüzün en modern ve Avrupa’nın da en yeşil 12 şehri arasında. Gelişmiş bir metro ağı olduğu kadar yoğun da bir trafik hakim Madrid’de. Ciddi olduğu kadar sanatsal yönü de ağır basan, kendi içinde bir asaleti olan ancak salaşlığı da ihmal etmeyen kozmopolit bir şehir keşfedeceğiz birlikte.

PANAROMİK MADRID
İlk durak ister istemez Puerta del Sol
Puerta del Sol, Madrid’in esas yaşam alanı. Çeşitli eylemlere, buluşma noktalarına, bankalara ve geçiş noktalarına ev sahipliği yapan, herkesin muhakkak yolunun düştüğü bizim Taksim Meydanı’nın oradaki yansıması. İsim anlamı ‘güneşin kapısı’dır. 15.yy’da Madrid’i çevreleyen şehir kapılarından en doğudaki burada olduğu ve güneş buradan doğduğu için bu isim verilmiş. Metro istasyonunun adı eskiden ‘Sol‘ iken şimdilerde ‘Vodafone Sol‘ olarak geçiyor. Kaçırmayın, dikkat!
Madrid’in iki önemli simgesi de yine bu meydanda bulunuyor : ‘El Oso y el Madroño‘ ve ‘Tío Pepe‘. El oso y el madroño, şu meşhur ayı ve çilek ağacı heykeli. Heykeltraş Antonio Navarro Santafé tarafından 1967 yılında tamamlanan heykel, bronz ve granitten oluşmaktadır. Dört metrelik boyuyla tüm turistlerin önünde muhakkak fotoğraf çekildiği bir noktadır. Hatta bu simgeyi Madrid Belediyesi’nin simgesi olarak da birçok yerde görmeniz mümkün. Rehber arkadaşımın verdiği bilgiye göre ayı kiliseyi, çilek ağacı da halkı temsil etmekte. Niçin peki? Bilindiği üzere Ortaçağ’da topraklar kilisenin tekelinde ve yönetim de aynı şekilde. Din, insanların yol göstericisi olarak herkesi çevrelemekte. Lakin halk olmadan toprakları işleyip ürün almak mevcut olamadığı ve topraklar aslında halka ait olduğundan asıl üretim kaynağının da halk olduğunu temsilen böyle bir heykel yapıldığı yahut hikayenin bir şekilde bu döneme dayandığı söylentiler arasında. Ayı da bu meyvelere erişmek isteyen kilise konumunda.

Gran Vía ve Callao
Madrid’de Gran Vía adlı dev caddeden geçmemek olmaz. Şehrin varı yoğu burada toplanmış. Alışverişten yeme-içmeye, kültür-sanattan boş gezmelere kadar her şeyin birleştiği bir nokta burası. Zaten her yol mutlaka Gran Vía’ya çıkıyor. Daha önce Barcelona yazımda bahsettiğim güzeller güzeli İtalyan menşeili kozmetik markası Kiko da enfes mağazasıyla 25 numarada yer alıyor. Bunun dışında Plaza de España’ya doğru yürüdüğünüzde 74 numarada çok sevdiğim National Geographic mağazası ile karşı tarafında fiyatları makul ve leziz tapasların olduğu Tapas 44 de karşınıza çıkmakta. Zaten caddenin bu kısmı ilk bahsettiğim otel olan Suites 33’ün bir paralelinde yer alıyor. Canınız burger çekerse oralardayken 76 numaradaki Amerikan restaurant ve barı olan TGI Fridays‘e de uğramanız mümkün. Fiyatlar çok ucuz olmasa da hamburgerleri oldukça lezzetli.
Calle de Álcala
Gran Vía’nın önemli bir parçası da Álcala Caddesi. Ünlü Telefonica ve Metropolis binaları, Instituto Cervantes, Banco de España ve Círculo de Bellas Artes bu cadde üzerinde. Yürümesi oldukça keyifli bu caddeyi tepeden daha güzel seyredelim hava da güzelse birer kahveyle taçlandıralım derseniz eğer 3 euro karşılığında hemen Banco de España binasının yanında bulunan Círculo de Bellas Artes‘in terasına çıkabilirsiniz.
Güzel Metropolis
Calle de Álcala’dan biraz daha aşağıya inerseniz sizi Plaza de Cibeles muazzam heykeliyle karşılar. Bereket tanrısı Kibele önünde iki güç timsali aslanla birlikte yol almaktadır. Hemen arka kısmında bembeyaz ve devasa belediye binası Ayuntamiento’yu görürsünüz. Bu binanın sağ tarafından yürürseniz sizi Paseo del Prado karşılar ki Madrid’in beni en mutlu eden yeridir kendisi. Meşhur ‘el triángulo del arte’nin oluşum noktası burasıdır. Sanat üçgeni anlamına gelen bu caddede üçgeni tamamlayanlar ayrı başlık altında detaylı olarak bahsedeceğim muazzam müzeler Prado, Reina Sofía ve Thyssen-Bornemisza’dır.
Ayuntamiento’nun solundan yukarıya doğru devam ederseniz Paseo de Recoletos karşılar sizi. Tarihi ve şık kafeleriyle ihtişamlı bir cadde burası. Devamında Cristóbal Colón’un heykelini görür ve Amerika kıtasını keşfetmesini temsilen dev bir anıtla karşılaşırsınız. Zaten meydana da kendi adını verir İtalyan denizci ve kaşif. Hemen yukarısında da bizim TDK’ya karşılık gelen Real Academia Española binasını görürsünüz. Bulunduğu cadde pek sakin ve keyiflidir.


PALACIO REAL ve ALMUDENA KATEDRALİ
Palacio Real İspanya’nın kraliyet sarayı. Plaza de España’ya geri dönüp Calle Bailén’i takip ederek kolayca ulaşabilirsiniz. Hatta otel Suites 33’ten yürüme mesafesinde. Giriş ücreti normalde 11 euro olan saraya biz rehber arkadaş torpili sayesinde indirimli tarifeden kişi başı 6 euro ödeyerek girdik. ¡Viva Şeyma! 🙂 Kendisi de müzelere ücret ödemeden giriyor; şanslı insan.
Prado‘nun en çok öne çıkan ismi Diego de Velázquez şüphesiz. Zaten kendisinin heykeli de müzenin ön cephesini süslemekte. İçeride ise en bilinen eserleri otoportresi ve Las Meninas bulunuyor. Ancak Prado gerçekten muazzam bir koleksiyona sahip. Biz Özgür’le yaklaşık dört saat detaylı gezerek inanılmaz keyif almıştık. Özellikle aklımda kalanlar Flaman sanatçıların koleksiyonu ile süreli sergi genç Van Dyck‘ti; gözlerimi a la ma mış tım. Şimdi o süreli sergi olmasa bile süreklisi neredeyse bulun gidin derim. Ayrıca ünlü İspanyol ressam Francisco de Goya ise Las Pinturas Negras serisiyle müzedeki en kalıcı yerini almış durumda. 18 adet duvar resminden oluşan bu seride tek tek isimlenmelerinin dışında eserler seri olarak adlandırılmış ve Goya’nın iç dünyasını yansıtmıştır. Kendisi der ki : ‘Renk görmüyorum ben, yalnızca gölgeler görüyorum.’ Zaten gölgelerin ressamı olarak bilinir ve ayrıca yaşadığı dönem olan Barok Döneminin de izlerini doyasıya taşır. Las Pinturas Negras serisi dışındaki en önemli eserleri La Maja Vestida ve La Maja Desnuda‘dır. Üniversiteden bir İspanyol hocamız Dalí ve Goya için deli tabirini kullanırdı, hiç unutmam:)
Biraz meydan hakkında bilgi verecek olursak eğer;
– Plaza de San Ildefonso daki Café La Bicicleta enfes bir yer. Bizim girmemizle çıkmamız bir oldu ama ilk fırsatta gideceğimden eminim!
– Metro Tribunal’de inip bu bölgenin caddelerini ve vintage mağazalarını keşfedin. Mağazalar patlama yaratmasa da keyfinizi yerine getirecek yoğunlukta.
– Plaza de Puerta del Sol’den çıkıp Calle de S.Jerónimos’a yönelip Plaza de Canalejas’a varıp civardaki pastaneleri ve dükkanları keşfedin
– Plaza Mayor’a ulaşıp kalamarlı sandviçi spesiyali olarak yapan Restaurante de Valle del Tietar Tapas’a uğrayın; yerel rehberin tavsiyesi; denedik çok başarılı yanında da bir de caña söyleyin benden. (Calle de Ciudad Rodrigo, 5)
– Lavapiés metrosunda inip sokakları keşfedebilirsiniz ancak çantanıza ve kendinize mukayyet olunuz malum bolca göçmen yaşıyor ve yolunuzu kesip sürekli restaurant ve yeme-içme soruyorlar ancak çok fazla da bir şey yokmuş yalnızca fotoğraf çekip atmosferi görmek adına gidilebilirmiş. Biz gittiğimizde tavsiye edilen tüm restaurant ve kafeler kapalıydı. Bu bölgedeki flamenko evi Casa Patas’ın iyi olduğunu okumuştum ancak gitmeye fırsatımız olmadı. Giderseniz anlatırsınız. Güzel flamenko varmış.
– Madrid’in en iyi churrocusu Chocolatería San Ginés yılın 365 günü 24 saat açığız diyor; chocolate con churros menüsü 3.90 euro. Ünlü İspanyol edebiyatçılarının uğradığı San Ginés 1894’ten beri hizmet vermekte. Puerta del Sol’den Plaza Mayor’a gider gibi yürürseniz ve caddenin sağ tarafını takip ederseniz rahatça bulursunuz. Ancak cadde üzeri değil ara sokakta. (Pasadizo de San Ginés, 5)
– Plaza de Santa Ana gece inanılmaz keyifli bir mekan. Restaurantlar, sokaklar ve insanlar cıvıl cıvıl. Buradaki Restaurante Lateral‘i tavsiye ederim; ancak yer problemi yaşamak istemiyorsanız rezervasyonlu gidin çünkü inanılmaz kalabalık oluyor ve Madridliler ayakta ve dip dibe takılmaktan da hoşlandıkları için bu kalabalıktan rahatsız olmuyorlar. Atmosferine bayılıyorum. Bir de Chueca bölgesinde şubesi bulunmakta. (Plaza Santa Ana, 12)
– Atocha İstasyonuna giderseniz ki gidin mutlaka La Barrila’da caña söyleyip patatas bravas yiyin. Hatta iki kişiyseniz cubo de cinco botellines söyleyin; enfes.
– Paseo del Prado üzerindeki tarihi kafe Gijón‘da kahvenizi yudumlayın. Hatta bir de Café Comercial‘e gidin. Burası Madrid’in en eski kafesi olarak ünlenmiş. Ben gidemedim henüz, siz gidin. Bir zamanların tertulia mekanıymış. Tertulia ne derseniz İspanyol Kültür Tarihi okuyun canım:)
– Büyük banknotlar bozdurmak isterseniz bu işlemi yapan tek yer Calle de Álcala daki Banco de España. Tabii maaş kuyruğuna denk gelmezseniz. İspanyollar için 200 ve 500’lük banknotlar çok büyük miktarlar olduğu için alışverişte veya otellerde bozdurmak çok güç. Siz siz olun bozuk eurolarla gidin seyahate her daim.
– Plenilunio Alışveriş Merkezi İspanya’nın en büyük Primark’ını bünyesinde barındırıyor ve gitmek için izleyeceğiniz yolu açıklıyorum : metro Canillejas istasyonundan inince hemen indiğiniz noktadan bir taksiye binip AVM’ye varmak. Primark’a gideceğinizi söylerseniz ona uygun kapıda sizi bırakıyor ve istasyondan buraya yaklaşık 7-8 euro yazmakta.
– El Rastro yalnızca pazar günleri varolan enfes bit pazarı, antikacı.
okudugum en guzel madrid gezi yazisi. tebrikler! yazmaya devam edin 🙂
Cok tesekkurler:)